Sayfalar

25 Temmuz 2010 Pazar

Foça ve gürültü

Sakin bir Ege balıkçı kasabası olan Foça ve kardeşi Yenifoça, gece gündüz sürekli gürültü üreten.iş yerleri ve hatta evlerin, son ses müzik seslerini açıp sokak sokak dolaşan "yürüyen araba disco"ların cenneti oldu. Dinlenmek ve uyumak imkansız. Sokak ortalarına kadar taşan iş yerleri ve barların, sözde müşteri çekebilmek amacıyla ürettiği gürültüler, yöreyi çekilmez hale getiriyor. Sokaklara koyulan dev ekranlı televizyonlarla da etraftaki evlerinde dinlenmeye, uyumaya çalışan insanlara zorla maç sesleri dinletiliyor. Diğer bir çok tatil ve dinlenme yerlerinde çoktandır süregelen bu problem, eskiden beri sessiz ve sakinliği ile ün salmış Foça'da da ciddi boyutlara ulaşmış durumda...Kendi dinlediği müziği başkalarına zorla dinletmenin adı artık, eğlence veya özgürlük oldu!. "Gençtir yapar","ekmek parası ne yapsın" diye diye bu hale gelindi sonunda...Kültürün genelinde çöreklenmiş ilkellik sonunda sokaklara kadar indi..."Arkadaşım, rahatsız oluyoruz sesi kapatır ya da kendiniz duyacak kadar açar mısınız " dediğinizde, başınız belaya girebilir, ve en azından hiç bir netice alamazsınız. Tabi zamanla bu gürültülerin içinde yaşamaya alışık olan insanlar ceza olarak erken yaşta kulaklık takmaya başlıyacaktır, burası kesin. Şehrin bazı bölümlerinde,biribirlerine karışan zorla müzik dinletme keşmekeşi, yüksek sesle bağırmalr vs.saygısızlığı, şehrin yaşlılarına , hastalarına, sakinlik içinde kafasını dinlemek isteyenlere illallah dedirtecek ve ruhsal sağlığı da bozacak ölçülere çoktandır dayanmış durumdadır.İlgililere ve polise yapılan şikayetlerden de hiç bir sonuç alınamamaktadır ve giderek artan bir gürültü kirliliği şehrin üzerine kabus gibi inmiştir.Bu gürültücülerin yaptıkları mı  doğal da bizler yanlışız; o da belli değil. Foça'yı gürültü merkezi olmaktan kurtarmak deniz ve martı seslerinin, rüzgarın çıkardığı doğal seslerin dinlendiği, eski, sakin ve saygın durumuna getirebilmek için acaba neler yapılmalıdır?

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Hafif bir 12 Mart anısı...

12 Mart 1971 askeri muhtırasından hemen sonra memlektte, herkes birbirinden korkar hale gelmiş, akıbetlerini hesap bile edemeyen bir çok kişi tutuklanmıştı...Askeri arama çalışmaları aralıksız devam ediyordu. Hareketten bir kaç gün sonra annemi ziyarete İstanbul'a gitmiştim. Askerler tüm ülke genelinde büyük bir arama tarama ve tutuklama faaliyetine girişmişlerdi. Bu hengamede, anneciğim İstanbul'daki evde bana zarar vermesi muhtemel olan tüm kitap broşür gibi şeyleri, -yasak olup olmadığına bakmaksızın- parçalayıp yakmıştı. Büyük aramalar sonunda bulduğum bir antika tüplü gemi alıcısını da çekiçle parçalamış, markalı, yazılı bölümlerini falan atmıştı. Bu alıcıya halen içim yanar...Mükemmel çalışırdı, özel bir helezon yapıda anteni vardı ve ruhsat da almıştım,(o yıllarda radyolara ruhsat alınıyordu)ssb de dahil almadığı band yoktu...
Eve geldikten bir iki gün sonra anneciğimin haklılığı kanıtlandı. Dairenin penceresinden aşağıya bakarken, birden askeri arabadan inen 10-15 asker gördüm. Hemen apartmanın etrafında bir çember oluşturdular ve bir kısmı, başlarında komutanları dış kapıdan içeri girdi. Acaba kime geliyorlardı. Apartmanda benden başka üniversite öğrencisi yoktu. kapı çalındı ve kapıyı açar açmaz, askerler ellerinde tüfekleri ile içeri daldılar. İşin garibi, babacığım yıllarını orduya vermiş ve emekli olmuş bir askerdi. Babamın bu durumu belirtmesi hiç bir işe yaramadı. Onlar illa ki bir delil bulacaklar, beni alıp götüreceklerdi...Önce dıştan bir arama yaptılar, Sonra yatakların içine kadar söküp silah ya da başka deliller, kitap falan bulacakları umuduyla araştırmalarına devam ettiler. Böyle bir şey yoktu bende. Ve aradıklarını bulamadıkları için, sinirlendikleri açıkça görülüyor, beni alıp götürmek için, bahane yaratıcı sorular soruyorlar, aramalarını daha sert şekilde sürdürüyorlardı. Sanki elleri boş gitmek onlara ağır gelecek ve eğer"bir şey" bulurlarsa,bir "anarşist" daha alıp götürmenin gururunu yaşayacaklardı. Nüfus kağıtları istendi, ve diğer kimlikler. Benim nüfus kağıdım bulunan cüzdanımı; elimden çekip kurcaladıklarında okulumun kimliğini buldular..."İstanbul Üniversitesi"  kimliğimdeki "bölümü:Sosyoloji" yazısını okuduklarında ise rütbesini şimdi hatırlıyamayacağım komutan: "Ne demek bu sosyoloji, mosyoloji, sosyalist misin sen, sosyalistlik mi öğreniyorsun okulda yoksa?" diye sertçe ve suçlarcasına sordu. Yeni ve beni alıp götürebilecek bir "delil" için cüzdanımın her yeri didiklendi...Diğer askerler, şüpheli bakışlarla durmadan beni süzüyordu. Ben sosyolojinin sosyalistlik olmadığını sonunda anlatabildim sanıyorum kendilerine. Komutanın insaflı yanına rast geldiğim için şanslıydım. Evi tarumar ettikten sonra aşağı indiler ve arabalarına binip gittiler. Geride zavallı anneme toplaması işkence olacak olan dağıtılmış bir ev bırakmışlardı...Anneciğimin, ders kitaplarım dahil, tüm kitaplarımı yakması ve radyo alıcımı yok etmesi işe yaramış ve bir çok arkadaş ve dostlarımızın, öldüğü işkence gördüğü, tutuklandığı, hapis yattıkları bu karmaşık ortamda, çok ucuz bir bedel ödendiği için, ona olan hayranlığım bir kat daha artmıştı...

Not...Hikayemizin gerçek kişiler ve benimle ilgisi yoktur...Bilgilerinize önemle sunulur...