Sayfalar

30 Ağustos 2011 Salı

Bayramınız neşeli, kutlu olsun, sevdiklerinizle birlikte mutlu olun...Yalnız yaşayanlara sabırlar...



Geceler yarim oldu
Anam anam garibem
Ağlamak kârım oldu
Anam anam garibem
Evvel böyle değildim (Her dertten yıkılmazdım)
Anam anam garibem
Sebebim zalim oldu
Anam anam garibem

Bayram gelmiş neyime
Anam anam garibem
Kan damlar yüreğime
Yaralarım sızlıyor
Anam anam garibem
Doktor benim neyime
Anam anam garibem

Ellerin yari gelmiş
Anam anam garibem
Gülmek benim neyime
Anam anam garibem

Anonim


Bayram dolayısı ile, bu defa bayram ile ilgili hüzünlü bir Türkü...
Okuyana göre sözlerde bazı değişmeler olabilmektedir, O yüzden , yorumlayana göre, bazı farklılıklar görülebilir...Her söz ve yorum biçimi de hüzünlü ve güzeldir...

Tüm insanların, sevgi ve barış içinde birlikte kaynaşıp yaşadığı, dargınlık ve kırgınlıkların unutulduğu, vefasızlıklara, vurdum duymazlıklara, haksızlıklara son verildiği, sevenlerin kavuştuğu ve her günün bayram tadında yaşandığı bir dünya dileği ile...

26 Ağustos 2011 Cuma

son karalamalar

                 "Geldiğin vapurla hasretin döner"        sadpotter


















SEN YOKTUN

Son defa (mı)? sevdim, okşadım
masamın senli Köşesini,
Hani senin yerin olan köşeyi..
Biliyordum "yine yoksun!" olacaktı;
Ne kadar beylik de olsa, işte öylesine,
İki tabak koydum
o günlerde yediğimiz karşılıklı,
sarhoşumu(zu) da çağırdım...
Seni ne kadar sevdiğimi bildiğinden,
Sanki neye şahit olacaktı da,
Sonu gelmez sen'i dinleyecekti yine
Çok içtik, çok şarkı söyledik,
"aldattın beni, seviyorum diye
Günahımı sen çek"
Çok gözyaşı döktü ar belasına adam;
Durdu,seslendi; hoca şu masayı da çek!...
Benle birlikte, nerdeyse seni sevecekti o da...
Onu "sen" doldurmuştum ben...
Ama Sarhoş yoktu...

ellerim yavaşça, anlıyordu artık,
sade, anlamsız bir yönelme beynimden,
Sözde senin hayalin...
Ve ben başbaşaydık...
Önce gözlerim göremedi gözlerini,
gözlerin yoktu

Ve kulaklarım duyamadı,
o ince sesini bana seslenen,
Tek kelimesini kaçırmak istemeyip,
Bir ayet gibi hıfz ettiğim kelimelerini...
Bana seslendin biliyorum, duymadım ki,
Başımın iki yanında tuttuğun,
Kulaklarım yoktu...

Sonra, banyoya gittim,
Ve diş fırçanı gördüm senden kalan,
Ellerim onu algıladı,
Ama senin Onu tutan minicik,
ellerin yoktu,

o aynadaki görüntün yoktu,
Bana cevap verirken
Ağzını doldurarak;
o komik ve güzel
sesin yine yoktu...

şuursuzca açtım bir kutuyu ,
Pembe bir sabunluktu bu,
Onu örmüştün, bana verip gözlerime bakarken,
sarılmıştım sana,
ama şimdi
kollarım yoktu!
Ne tığın,ellerin,
Oturduğun sandalyen yoktu...

Minik bir gemiyi ellerime aldım,
o yarım gemiyi sevdim ben,
Pırıltılı, mavi bir günde,
Çantandan çıkardın sarıldın,
Bense gözlerine açıldım kendi gemimle,

Hani beni seren direğine bağladığın gemi...
Yarısı yoktu,
Geceleri uykusuz uykularımda düşlerime açılırdı
Ama artık yüzecek engin okyanusları yoktu...

Dün gece yine senli bir rüya gördüm,
sabaha karşı korktum,
İncecik bir patikada yürüyorum,
Uçurumun kenarındayım,
sen üzerimde uçuyorsun,
halime gülüyorsun ,
Çaresizliğim seni üzmüyor,
Gülüşün bana yöneliyor,
Gamzeli yanakların kızarmış mı,
Utanıyorsun biraz da...
Ellerinle bıraktın ya o patikaya
yolun bitmemiş orta yerinde hani,
Kapatıyorsun yüzünü

Öyle güzelsin ki sen;
Geldiğin vapurdan inerken
hani bana doğru yürürken,
Seni gördüğüm ilk günkü gibi...
Başın eğik, belli her şey baştan sanki,
saçların savruluyor birden,
Ama bu defa değişik,
kızıl bir rüzgarla
Sendeliyorum, birden ayağım kayıyor,
Düşüyorum dipsiz ve zamansız bir boşluğa,
sana uzatıyorum elimi,
Tutmuyorsun,
biliyorsun,
şefkatli bir gülücükle beni sonsuzluğa uğurluyorsun ,
Acımasız dünyanın korkunç savaşlarından
Kurtarıp, ebedi yaşayan Barış'a mı?
Sana uzanan ellerim ürperiyor,
Bu sonsuz kayboluş içinde,
Ellerin yine yoktu...

bu Öyle güzel bir ayar ki ;
Terkeden değil, seviyor terkedilen ;
Ne kadar güzel düşünmüşsün bunu,
Garantilemişsin sevgimi,
verdiğin son hediyen beni terketmen...
sende baştan yokmuş, bende bitmeyen
Aşkını yolladın yine...
Sen yoktun...

-Yavuz Peker -


                                                                                              sadpotter

23 Ağustos 2011 Salı

Yedek harici diskim çöktü. Kurtaramıyorum...Yıllardır biriktirdiğim fotoğraflar, bilgiler gitti...

2003 senesinden beri muntazaman arşivlediğim; tüm verilerim kaybolup gitti, maziye gömüldüler...

Sanki gizli bir kuvvet; elimde ne varsa, maddemi, manamı, değerlerimi, sevdiklerimi, bazan sırayla, bazen de üst üste çekip alıyor benden...Telefonumu, içinde ne kadar gerekli kart ehliyet vs ile birlite çantamı, paramı...Olur böyle şeyler diyorum kendi kendime de, eskiden ilkokulda çocukların silgilerini kaybetmesin diye iple boyunlarına asarlardı anneleri...Sakındıkça bir şeyleri, inadına daha fazla kaybolası geliyor sanki...

Özellikle son 20 yıldır böyle...Sürekli kaybediyorum...
Son dört yıl içinde kaybettiğim ise,tüm kaybettiklerimin üzerine tuz biber ekti...Çünkü, özgüvenimi, kaybettim, insanlara güvenimi kaybettim... En önemlisi sevgiye olan güvenimi kaybettim. Kaybetmediğim tek şey ise inançlarım...

Ti'ye almak diyorlar ya. Öyle yapayım diyorum olmuyor...

Suçun bir kısmı elbet bende de, bir kısmı da elimde değil...Hatta başkalarının elinde...Bu konuda dünyada bulunan bir yığın kişiden biriyimdir herhalde...

Hüzün tarzım oldu, istemezdim böyle olmasını ama doğal gelişim bunu gerektirdi... Gerçi hiç kötümser olmadım...Ama bu sefer tak dedi hani...Ruh ve beden sağlığım da bozuldu...Arabam da bana benziyor...Evin önünde bozuk yatıyor o da...

Aksilik işte, olacak ya; bilgisayara dışardan taktığım yedek diskim çöktü...Bilgisayardaki sistem sağlam. Hatta bilgisayarımla birlikte çökselerdi, verilerim daha kolay kurtulurdu. O zaman bilgileri kurtarmayı ben de becerebilirdim.

Bir yığın eski yazılar, fotoğraflara bakarak, buruk hatıralarla yaşamaktansa; bundan sonraki kayıtları sağlam tutup, önlemi sağlam almak gerekir. Biraz bekleyip toparlanmalı (söylemesi kolay tabi de)...Markalı bir harddisk almak farz oldu gibi...

21 Ağustos 2011 Pazar

börtdey...Melankoli, şizofreni....Oniki...

geleceğim için...
benim için, senin için esas be!....
Duysana ...mümkün değil, sen sağırsın ki...
Bir kaç eskimiş kaderle,
Sıvanmış pisliklerle,
Bu yüzden mi yoksa;
yoklukla dolu gelecek(im)...(in)...
yaparsın bunu...değil mi... pekala da...
için, ne ?

Sevdiklerin için (mişş)(öncee ya?),
Ve sevenlerim için(miş de),
Sevenlerin için; bilemedik biz ki...  ...

Bir hangi yoldur tanıyamadık ve -o- ıssız,
Martı'nın Urla'da ki  "O" sessiz seslenişi'dir
"O bir kaç aylık bana gelen çığlık' "tır ancak...
seni seviyorum (hı)...Vay be!...Ha...
Ölesiye; diyor mu bak!.

Sense güzel bir ÖLÜ'nün peşinde  koşuyorsun halen;
kayıtsız şartsız,vakur,
derin, soluk kafileler, ölgün defileler...
Umutlar, yorgun gönüller, hasta bebekler
Usta söylemler, düzeltmeler, zeka çelmeler...

sen ordayken evinde; içki dolu ağzında...
Ben de başlıyorum; startınla ,
Elinde damalı bayrak, başın eğik,
geldin ya bana, vapurdan inerek,
öyle masum gülerek
yarışa, bir "YOK"un ardından, o önde hep yek!...
Finişte duramazsın
bir uçurumun kenarında direk!
Tüm sevenler orda, sevinç çığlıkları,
Aşağıya düşerken ben, (sen ) de, severek...

Ah o solan hülya'larda doğan renkli rüyalar mı şimdi (ben),
Halen hem de, hem de yıllardır canlı...
Vay be, kocaman bir hayret, değilmi?!.
İzmir'in canlı nefesi, Ege'nin mavi umudu
Hiç eksilmeden artan can şişelerinde dolu

ölen mi ben değil mişim, bu köşede boğulmuş? ....
Kaç kez, saydın mı?
Bastırıp susturduğun nabzımı,
Ve bu duran "yürek atışları"nı?
Duydun mu???

en çok içmişmişim "erkekler masası"nda  bu gece ben rakıyı!
öyle dediler de..Sen umursamazmışsın bunları ....

Nerede siniz, -sesiniz kısık!-...
Çok beklemeden hain ve pis ölüm,
Kadersiz (im - mi ) ki...sen seversin...
"Yukardaki "seni sevmezse, beni seven "O";
güzel ölümsün,
Sanma....uzak,...sanma yakın,....ama senle,...ama sensiz....
Bu gece mi acaba!......
Sarhoş muyum yoksa? ...
en çok ben içmişmişim erkekler masasında rakıyı ya...
Tayland usulü, hem de,
alevli tavada balıkla...

sen kessene pastanı; sana ne???!!!
dostlarınla  iç kola'yla "gece menü"nü ye sen! olmaz mı?

Bir garip yer, anlamadığım karmaşa,
simsiyah çapraz bir ışık, beni aydınlığa çıkarsa,
4 adet zanaks büyük; ve öncesinde 5 kadeh susuz Rakı "ağız" ın'da burda,
Ama bardakta, bir ikisi kardeşinde durur mu hâla,
uyumasan da, sabah olsa da......
orda işte...Burda
...sevdiklerin dostlar'lasın sen, ben sen-hayalin-le evde yalnız, mecbur..
Sen'siz kalınca durum zaten ne olur?
Sen doğarken benim sonum olur,
Gizli yalnızlık, aşikare ölüm olur.

sende inan ki tam koz olan kağıtlar,
elinde mi "ben" de? ....
Hepi bötrhdey tu yu...
Anla beni biraz, düşün, "asla" deme be!
Anlamasan da anlayamasan da...
umurunda mı bu gece,
Sonuçta, sen orda...

       Bir bir deviriyorum kadehleri bu gece , işte gerçekmiş..
       Bir tanem, senin mutluluğuna içip; bu gece...ymiş)....

" hepi  börtdey tu yu"ymuş sanki...
Sevmesen de törenleri, herkes şak şak şak
Sen dur, bu sana yasak!
Ama öyle!!! susss!, bırak...

Sakın yazma duvarlara,
söyleme dostlara bak!
Kimse anlamasın, duymasın,
sonra kötü olursun!
Lazım olmaz numaran, silerim
tamam mı, Bak!

İşte bu...Tam da bu gece..
Hadi bir daha.vursana;
etme!!!.. 'Dert mi,
22 nisan bindokuzyüzellibir,
...al sana işte!, 
Bu..TAM ONİKİ!

           Yavuz Peker

20 Ağustos 2011 Cumartesi

Dikkatli okuyun!!!...Boş sayfa demeyin....

 "









"
Okuduğunuz için teşekkür ederim..Mesaj yerine ulaşmış ve cevabı alınmıştır...

15 Ağustos 2011 Pazartesi

Belki aradığını bulamamış olabilirsin bende; ama unutma ki, "bende bulduğunu bulamayacaksın hiç kimsede"

Sunay Akın

Sunay Akın da bunu söylüyorsa... "Hiç kimse"  ...Yani, illa bir sevgili de değil tabi...Öylesine yazdım, zaten belli oluyor, ne dediği...
Urla'da bir sokak

13 Ağustos 2011 Cumartesi

Güzel Çocuk

Sanmasınlar Yıkıldık,
Sanmasınlar Çöktük,
Bir Başka Bahar İçin Sadece Yaprak Döktük.
"Ben 24 yaşındayken kendimi Türkiye'nin bağımsızlığına armağan etmekten onur duyuyorum."












"...........
Ah O güzel çocuk, çocuklarımız,
Uzun boylu, kara yağız
Biri Barış, biri Deniz mi?
Duyarlar sevginin tınısını onlar  taa içlerinde...
Göklerde bir yerlerde;
Ölüme giderlerken değişik yollardan;
Biri Bodrum asfaltında, ezilmiş arabayla,
Biri devrim yolunda, darağacıyla...
......... "


”Ben Yanmazsam, Sen Yanmazsan, Biz Yanmazsak, Nasıl Çıkar Bu Karanlıklar Aydınlığa” -Nazım Hikmet-

__________________________________________________________
"KALBİNİZDEN SEVGİYİ HİÇ EKSİK ETMEYİN,  ÇÜNKÜ SEVGİ HER ŞEYİN ANAHTARIDIR VE PAYLAŞTIKÇA ÇOĞALIR"    -Barış AKARSU-
Barış Akarsu


Lösemili çocuklar için çeşitli konserler verdi. Onları himayesine aldı. Temiz ve sevgi dolu kişiliği ile Türk halkının gönlüne girdi.  Doğa ve ayrımcısız insan sevgisi ile dolu, aydınlık, ilerici düşünceleri vardı. Cem Karaca'yı sever, onun şarkılarını sıklıkla okurdu. Hiç kimsenin üzülmesini istemez, sevgiye, aşka büyük önem verirdi...Zamansız ve acı bir ölüm; onu bizden ayırdı...

9 Ağustos 2011 Salı

Fulya ve ben, bir onur tablosu daha...Sağolasın Fulya...

























Sevgili Fulya, Foça'lıdır...eski öğrencilerimden...Beni ziyareti ile çok sevindirdi, üstelik kendisi de meslekdaşım olarak geldi bana...Oturduk, çay içtik, eski günleri andık, arkadaşım olan babası Hulusi Bey ile ilgili anılarımızı tazeledik. Babası Hulusi Bey, sanat ve tarihe çok düşkün, bilgili bir insandır...öğretmenlikle ilgili konuştuk...Haaa, kimseyi incitmeden, dedikodu bile yaptık:-)...Fulya başarılı çalışmalarıyla, dikkat çeken bir öğretmen, şimdi İzmir ve Foça ile ilgili bir yayın için çalışıyor...Birlikte fikir alış-verişi yaptık, bir zamanlar yaptığım sanatsal  ve çömlekçilik çalışmalarımın yöreye önemli katkıları bulunduğunu söyleyerek beni gururlandırdı...
Fulya resim öğretmeni...Lisede iken bu yeteneğini farketmiştim onun...Şimdi çok başarılı bir öğretmen...Sevgiler sevgili Fulya Şenkaya Aykanat...
..

8 Ağustos 2011 Pazartesi

Sadakat ve sevgi, yıllar sonra bir öğrencim (OLCAY)ve ailesinin unutulmaz ziyareti....

Ben, Olcay ve çocukları, uutulmaz bir anı...
Mutluluk tablosu - bahçemde :-)

Olcay servis yapıyor...



















Telefonum çalıyor bir iki gün önce...Belki 20 yıl öncesinden gelen tanıdık bir ses..."Hocamm"...Diye sesleniyor içsel bir tonda..."Efendim" diyorum..."Ben Olcay" diyor, "sizi hafta sonu, pazar günü ziyarete geleceğiz, müsait olursanız"...
Etrafı toparlamaya uğraşıyorum, rüzgar ve tavukların yaramazlıkları bahçeyi mahfetmiş...Acele ile son gün bile çeki düzen vermeye çalışıyorum sağa sola...Öyle ya, kızım oğlum ve torunlarım gelecekler...
Demeye kalmadan çabucak öğle vakti geliyor ve Olcay, eşi Hakan, çocukları -tatlı mı tatlı- Adasu ve Levent bahçe kapısından içeri giriyorlar...Çalışmaktan ve heyecandan ter içinde kalmışım..."Hoşgeldiniz" diyorum...Bahçede masama buyur ediyorum...Ve beş dakika müsade istiyorum...Çocuklar bahçede gönüllerince koşusup oynuyorlar...Tavuklarla şakalaşıyorlar:-). Öyle terlemişim ki, bu sıcak ağustos gününde gömleğim su gibi olmuş...Hemen alelacele bir duş alıp giyiniyor ve çayı koyuyorum ocağa...Çabucak dönüyorum masaya...
"Hal hatırlar soruluyor, geçen yıllardsa yaşananlar canlandırılıyor, acı ve tatlı anıları özetle ve kabaca günümüz terazisine koyuyoruz..."Benim üzerimde emeğiniz çoktur hocam, yolumu görmemi, dünyayayı algılama biçimini siz öğrettiniz bana...müsadenizle elinizi öpeyim" diyor Olcay...Ardından sevimli, saygılı eşi Hakan ardından çocuklar elimi öpüyorlar. Tanrı'm, ne gururdur bu...Bir ara, "yahu ben görevimi yaptım galiba öğetmen iken" deme kibrine kapılacaktım neredeyse...
Eh, hemen mutfağımda becerikli bir kadın haline dönüşüveren Olcay, fırında yapılmış güzelim biber dolmalarını ve koca bir tepsi tatlıyı tezgaha yerleştirip çayı servise başlıyor, ben konu mankeni oluyorum sanki ağırlamam gereken misafirlerimin yanında...Bu benim benliğime, eşsiz bir gurur, biraz tembellikle karışık sakinlik ve güven duyguları dolduruyor...
Oradan buradan konuşuyoruz...Her fırsatta" hocam bir telefon kadar yakınız" sözleri beni onurlandırıyor....
Zaman su gibi akıp geçiyor, çaylarımızı içiyoruz. Bir ara Hakan evde azalan içme suyumu.farkederek,  Kozbeyli'deki köy çeşmesinden bana su doldurup dönüyor...Eh bir haftalık yiyeceğim, suyum da hazır...Ve milli eğitimin zaman zaman yalakalık yapan öğretmenlere verdiği kağıttan yapılma takdirnamelenin,yetiştirdiğim "insan" lar tarafından düzenlenmiş, yürekle imzalanmış en gerçeği, hiç bir zaman  unutulamayacak bir anı olarak öğrencim, eşi ve çocukları tarafından göğsüme iliştiriliyor sanki...
Ayrılık zamanı gelip çattığında, Olcay" hocam her zaman her durumda yanınızdayız, bunu sakın unutmayın" diyerek bana sarılıyor, Hakan da,çok sıcak kanlı bir delikanlı, "ne iyi etmiş de evlenmişsiniz birbirinizle" diyorum onlara...Birbirlerini çok secdikleri, ışıldayan gözlerinden belli her ikisinin de...
Eller sallanıyor, tebessüm eden yüzlerdeki, gözlerde belki de donuveren göz pınarları, bu vefa örneği eşsiz buluşmayı  noktalıyor...Tekerlekler dönüyor, güzel insanlar arka sokağın köşesinden gözden kayboluyorlar...
Ve ben "Hoca" yine yalnız bir geceye, hazırlınmaya başlıyorum...Ama içimden bir ses bu gece rahat uyuyacağımı söylüyor...Öyle de oluyor..
.Binlerce teşekkür Olcay, sizlere de sevgili öğrencilerim...Bana görevimi yapabillmenin huzurunu verdiniz, hem sizlere, hem memleketime karşı...Tüm olumsuzluklara karşın hem de... Arayabilenleriniz, arayamayanlarınız, gelenleriniz, gelebilenleriniz, gelemeyenleriniz de sağolun var olun..Hocanızın kapısının daima sizlere açık olduğunu unutmayın...
Belki ders bile vardır azcık; Sokrates'in kulakları çınlar mı acaba? :-) .Merak etmeyin, bu defa, öğretmen sizsiniz artık, sizlerden öğreneceklerim vardır...Benden yana, yazılı yoklama yok artık! :-)...

Minik Adasu ve Levent faaliyette :-), arkada çok sevdikleri tavuklarım...

"Taze biberlerinden İzmir'in" - Fırında biber dolması, Olcay'ın ellerinden.

6 Ağustos 2011 Cumartesi

"Sen de herkes gibi" - değilsin...Utandım.

BANKANIN ÖNÜ...























==============================================

Değilmişsin O tanıdığım sevgili,
O sen değilmişsin,

Aşkını inkar eden olsaydın,
Beş saniyeye sıkışıp kalan kaçak bir göz atmayla,
-Ki bakmamış, sayacak elbette-,
Gözlerime değen
trendeki o kadın olsaydın...

Nankör ve yavaşşça öldüren bir zehri,
Atardamarıma her gün,
Gizli, ustaca ve sessiz
Zerkeden bir melek bari olmasaydın...

Yalnızca ölüler mi ölür?acaba
Ölüleri diriltmeye uğraşırken,
Bir yandan, canlılar da ölür be!.
Hatta öldürülür bile de.
Savcı ve hakim kara bir cellat olup;
Yargılamasaydı, gizlice ceza vermeseydi ölümle
Hem de suçu sevgi yazan levhasında,
Son arzusunu sormadan;
Aşkı ile birlikte bir de...
Senle birlikte...

O ki,
Ömrümüm en son deminde,
bahçemde açan son kızıl lale,
bakmaya doyamadığım tablo,
Dinlemeye doyamadığım nağme,
Dokunamadığım heykel;
Koklayamadığım gül;
Bölüşemediğim ekmek,
Aşk yolumun son durağı,
Aşk kadehimin son şarabı...
Olmasaydı...

Yokluğunu yüreğimde yıllarca,
Arsız bir bebek gibi büyüttüm.
Acılarımın ateşten seli,
gözlerimin hüzünden sarı yapraklar taşıyan çoskun nehri
Karışamadı ne gözlerinin ne  yüreğinin okyanuslarına  ...
Taş sessizliğindeki sözlerin,
Ve belirsiz, uğursuz soğuk bir şok,
donduruverdi senin ellerinde onları,

Sessizce, kimse görmeden;
faili meçhul, kimseler bilmeden
işlenmeliydi bu cinayet,
Kimsesiz bir yargılamayla;
İhtimalde vermemeliydi buna kimse;
Savunmalar zapta alınmamalıydı...

Ve hak eden maktülü ben ..

Bir hırsız gibi, çaldığın bu gönlü de,
herkesten gizlice, yüreğinden bile sessiz,
Taşıyıp ne olduğu belirsiz,
Demirden prensip kayıklarınla
Kolayca salıverdin benim denizlerime...
içindeki senle birlikte yazık...

Ne başladığında,
Ne de sonra, azalan farkta bir sevgide
Bu zanlı adam,
İşledi artırarak suçunu,
Kurduğun oyununa kanarak her zaman
Daha fazla koyulaştırıp çizgiyi hem de,

Ah O güzel çocuk, çocuklarımız,
Uzun boylu, kara yağız
Biri Barış, biri Deniz mi?
Duyarlar sevginin tınısını onlar  taa içlerinde...
Göklerde bir yerlerde;
Hatta benimkini bile.
Ölüme giderlerken değişik yollardan;
Biri Bodrum asfaltında, ezilmiş arabayla,
Biri devrim yolunda, darağacıyla...

Ve Nazım'ın kadınları gibi...
Bağrına basarken onları, severken can-ı yürekten;
Terk eden bir kadın olacaktı onu da
Her zaman görülen sıklıkla; bu dünyada
Sahte ve yalanlı, belki insani,
Umursamaz, inkarcı aşkıyla
İnandırırken ismi yok kadın, güzelim şairi,
Uğraştı yıkmaya Mavi gözlü devi yazık!

Söyledi sonunda söyleyeceğini,
Yazdı o koca erkek yüreği ile;
Adsız kadının yüreğinden dökülmedi o dizeler...
Nazım bu, Nazım...
Memleket adamı Nazım,
İnsan Nazım, ama erkek Nazım
Seven bir kadına;
Sevdiği bir kadına;
Asla söylemedi ne duyarsız cümle,
Ne de aşksız bir kelime!

Bu umursamaz, ağır görünen sözler elbet,
Onun neler yaşadığını bilmeden,
Yaşadığını görmeden,
Acıların denizinde,
Boğulan O Dev'in dev aklını hesab edemeden,
Gönlünün çalınıp kenara atıldığına aldırmadan,
Ulu orta açıklanamaz hemen.

Bırakılırsa köşede
Yalnız başına, terkedilmiş bir taş gibi ağır,
Daha fazlasını haykıramazdı Şair, vakur...
Bir sitem, aslında bu, sevginin seslenişi
Böyle gururlu, bir dürüst gidişi,
Düşünenler bulup, anlayabilsin ...
 "Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin"...

İnsan kaybedebilir, parasını, pulunu,
Herşeyini; de...Dünya kadar sevdiğini
Kaybedebilir, terkedilebilir,
ama sebepli, ama dürüstçe;
Namusluca gömer insan onu kuru bir lalenin gölgesine,
Anar geçmişi, bir tatlı hülya ile...

Fakat unutmaz asla
Sırtından vurulduğunda;
arkasına uzatınca ellerine
Bulaşan kanı görürse dehşetle her gün;
Ve, parmak uçlarından damlarsa
Yüreğine tekrar,tekrar yıllarca...

Sana kin değil, küsmek de değil duyduğum;
Bunları haketmek gerek...
Keşke öyle olsaydı; nedendir bunu da anlamak gerek...
Duyduğum, sadece bana duyduğunun yarısı belki...
Değilsin bile üstelik,sen de herkes gibi
Bir rüyada var olup, sabah yok olmuş bir hayal, öylesine...
yapayalnız ve büzülmüş köşesinde..
Ya da heykelleşmiş, bir ceset Pompei'de...

Bunu dümdüz yaşanmışlıklar hanesinde tutan muhaseben;
Gün gelir denetlenir,
Yanılmaz müfettişleri vicdanın...

Hiçe sayılan sevgiler,
Faili meçhulü yazan defterler,
Dökülünce ortaya bir bir,
Bu defa Tanrı'nın denetçileri, bil ki devrededir.
Demir bir pençe gibi;
alır elinden senin de sevdiklerini...
İşte o zaman açılır defter-i kebir...

Bu hesap böyle tutar,
Eden bulur yaptığını, elbet böyle yazılır bu mizan...

Utandım sadece sevgimden...
Ve aşkından da, kötüsü aşktan utandım...
Trendeki kadının gözlerinden,
Yalan diyemem, en çok senden utandım...
Seviyorum diyen dudaklarından;
Bana koşan ayaklarından,
Gözlerime bakan gözlerinden utandım...

Sana söylediklerimden, yazdıklarımdan,
Eğrilerimden, doğrularımdan,
Yüreğimin sızılarından,
yazacaklarımdan utandım,
Doğruluğuna and içtiğim kelimelerimin,
Yalan diye sırtıma yapıştırlmasından,
Etiketlenmenin gurursuzluğundan utandım...
Ardımdan mermi bile sıkmadan;
Öldüren sözlerinden utandım...
herkes gibi bile olamadığından utandım...
Ve tabi utandım Nazım'ın dizelerini sana okurken,
 "Kalbimde senin için yok bile kinim
Bence sen de şimdi herkes gibisin"...

Yavuz Peker





3 Ağustos 2011 Çarşamba

Uzak sevgi ve kumru

Ey soğuk camdan görünen mutsuz kumru,
Titretince özgür tutsağını,
Sadece iki kelimeyle  bu yalnız viranenin,
Elemler içindeki, tüyden hafif yüreğini,
      Yerinde durmamalısın dedi sana belki de,
      Bu zaptedilmez kalp atışları sanki

Piyerloti'den İzmir'in mavi bahçelerine
İner mi o yumuşak ayakların ve
Pamuktan beyaz parmakların?
     Avuçların da tutar mı acaba
     kan damlalarını yüreğimin?

İşte o yakın gün,
Ya da ben mi öyle derim bilmem ama;
Bir akşamüstünün kana dönmüş gökyüzü,
Ve çılgın sevinci, -gider alev olur fener alaylarında-,
Ve mutsuzlukların dilek olup tutulduğu derin denizler,
Tüm ışıltısıyla parlar mavi aynalarda yansıyarak...
.
Nafile bekler, sevgisiz dikenler,
Senden bereket yağmurlarını susadıkça,
Ve bir top gibi yuvarlak, kar gibi beyaz gövdene dolanmayı...

Sen,kanatları yaralı kumru,
Kafesinden kaçıverecek oluyorsun artık,
Daha fazla suskun kalamayan sesinle biteviye öterek;
Açılacaksın engin denizlere, süzülen altın kanatlarınla

Geçmiş yaşamların küçük keskin parçaları şimdi,
Mutsuzluğun o kristal gözyaşı damlaları oluyor
Yalnız bekleyen adamın içine damlayarak
Hüzün kefesine kan ekliyor durmadan
     Sonsuzluğa gidip gelen acılarıyla,
     Karmaşık dünyasının çıkmaz sokaklarında dolaşırken.

Bu kadar ısıtır mı bir nefes uzakları?
Tüm kadehleri doldurur mu şarapla deniz bu gece?,
Gökyüzü kızarıyor mu yoksa yine?
     Sevda ocaklarının demlenmemiş küskünlüklerinde,
     Ve sen yaralı kumru,
     Bekler misin  boş bırakılmış kapısız kafesinde?

Bir imkansız, bir bilinmez sevinçli hasret,
kemirir mi dersin eskisi gibi umut bulutlarını,

Sen güzel kumru havalanınca,
Renklerin akıl almaz güzellikteki
Ama hüzünle gülümseyen yüzü,
birden anaçlaşıyor,

Kanat çırpmaların, - bir parlak kıvılcımla- doğuruyor işte bak!
"Yarınların tutkulu, adrenalin dolu" dünyası"nı,
     Sancıyla, yükselemeyen coşkulu bir sevinçle olsa da,
     Ay gibi ışıldayan çehresiyle bu gece


Doyasıya tut onu sen,
talihten kağıt uçaklar yapan adam!
duygunu saklamadan, yükselmelisin çekinmeden ,
Gerçekleri bile kalın bir tülle örterek hem

Ve neticede hüznün ağır dünyası eriyor içinde bak!
Kanat çırparak sana doğru atılan
    Ulaşılmaz hayallerin, bu dipsiz su dolmuş kuyularında,
    ateşten sıcak, kardan beyaz kollarında.

                                                     - Yavuz Peker -