Sayfalar
29 Aralık 2012 Cumartesi
Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım
Şimdi ben tıpkı şifasız kanayan bir yarayım
Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarıyım
Beste: Selahattin Pınar
Güfte: Mustafa Nafiz Irmak
Makam: Hüzzam
Usûl: Curcuna
Solist: Hüdai aksu
28 Aralık 2012 Cuma
SENİ SEVDİM
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim "Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil Nasıl yürür özsu dal uçlarına Ve günışığı sislerden düşsel ovalara Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar Ve onların yoğun boyunlu kadınları Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz Senet senet satılmadan önce Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Tanrı parsellenip kapatılmadan önce Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin Gülten AKIN
Metro İzmir |
17 Aralık 2012 Pazartesi
Afrodite'in Çömleği
Ne delice lodos, ne de poyraz esiyordu. Bu mevsimde seyrek yaşanan sakin günlerden biriydi. Sonbahar güneşinin yazı andıran
sıcağından teknedeki bu iki adam da payını alıyordu..."Kostas, dikkatli
çek evlat, ağlar kayalara takılıp yırtılmasın"..."Tamam ustam" diyerek
ağları yavaşça çekmeye başladı Kostas.İlk balıklar görünmeye başladı
pırıldayarak; balıklar teknenin içine akıyordu adeta, daha çok çipura
dolmuştu küçük sandalın içine. Ağların tamamı toplanmış, ertesi gün
tekrar atılmaya hazır hale getirilmişti...Eğer her gün böyle bereketli
av olsa, bir kaç ayda yarım kalan evini tamamlayabilirdi Kostas.
Halina'yı düşündü, onunla karşılaştığı ilk günü, ne kadar da mahçuptu
Halina, utancından pembeleşmiş yanakları ile Kostas'ı daha fazla
etkilediğinden habersizdi.
Adonis'in aklaşmış saçları ve sakalları, kartalı andıran bakışları, çevresinde saygınlık uyandırabilmesi için yeterliydi. Çağdaş düşünen, filozof ruhlu bir adamdı. Sokrates'i çok sever, çevresindekilere, sırası geldiğinde onun yaşamından ve düşüncelerinden söz ederdi.. Fokaia'da onu tanımayan hemen hemen kimse yoktu. Adalara sefere çıkmadığı zamanlarda çıktığı balığa her zaman çıkmaz, şehir agorasında arkadaşlarıyla ve gençlerle uzun sohbetlere dalar, tartışmalara girerdi. Orta boy bir teknesi vardı. Bağ bozumunda toplanan üzüm ve şarapları, adalara taşırdı. Arasıra, daha büyük teknelerden gelen ricaları kıramaz, yüksek ücretler almadan onlara kaptanlık yapardı. Adonis, adaları ve Ege sahillerini, şehir limanlarını, sığınabilecek koyları, tehlikeli kayalıkları iyi bilirdi. Daha çok, uzak denizlerde vartalar atlatmış, ancak yönettiği teknelerden hiç biri batmamıştı. Yaşlı Adonis Kostas'ın anne tarafından akrabası olurdu. Babasının ölümünden sonra, Kostas onun tavırlarını örnek alır, ağzından çıkan her sözden etkilenir , büyük bir saygı duyardı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Çabuk öğrenen kıvrak bir zekaya sahipti. Adonis yanından hiç ayrılmak istemeyen bu çocuğu benimsemişti. Gittiği seferlerde onu yanına alırdı, Smyrna'daki iç savaşlarda ölmüş olan oğlunun yerine koyardı onu belki de...
Balıkları sepetlere yerleştiriyordu Kostas. İlk bakışta bir ahtapotun bacaklarına benzettiği bir çömlek gördü ayaklarının dibinde, üzerindeki deniz otlarını silerek onu temizledi. Bu, şarap tanrısı Dionysos'un şarap içmek için kullandığı kaptı. Çok usta bir elden çıktığı belliydi. "Ustam, şu kaba bak" diyerek Adonis'e seslendi. Adonis Kostas'ın elindeki kaba bir süre baktı. dönerek "bir kantharos, çok da güzelmiş. Şansımız var bu gün evlat, bu kap senin olsun, onu değerlendirirsin" dedi. Kostas çömleği, özenle kuruladı, bir beze sararak evine götürmek için sabırsızlanıyordu. Annesi, bu gün tuttuğu balıklar ve denizden bulduğu bu güzel kap için çok sevinecekti...
Halina, Kostas'ı çok seviyordu, fakat, onu Agora etrafında bir kızla hararetli bir konuşma içinde gördüğü günden beri, ondan uzak duruyor, konuşma, buluşma, isteklerine cevap bile vermiyordu. Kostas'ın hiç bir girişimi sonuç vermiyordu. Agoradaki güzel kız, Fokaia'da ki Kostas'ı beğenen kızlardan biriydi. O gün balık alma bahanesiyle ona yanaşmış, ama yine bir netice alamamıştı. Bunu Halina'ya anlatabilmek fırsatını bile yakalayamıyordu Kostas...
Annesi, oğlunu elindeki balık dolu sepetle, kapının önünde görünce çok sevindi, ama Kostas'ın elindeki bezi açıp içindeki Kantharosu görünce şaşırdı. "Kaç para verdin buna yine" diye sordu. "Anne ağlara takıldı, kayalılarda balık avlarken" dedi Kostas. Annesi buruk bir gülümsemeyle kantharosu aldı, inceleyip tekrar oğluna geri verdi. Kostas, arasıra şarabın ölçüsünü kaçırır ve o zaman Halina'yı sayıklayarak ağlardı. Annesi oğlunun bu hüznüne dayanamaz ve şarabı sıkça içmesini istemez, ama ona bunu söylemezdi. Adonis'in öğrettiği şarap içme usullerinin oğlu üzerindeki etkisi açıkça belli oluyordu...Bu güzel Halina ne de inatçıydı, bir kaç kez annesi ile konuşmayı denemiş, o da fayda etmemişti.
Gece çöküyordu, annesi taze balıklarla, bahçeden ve çevreden ve topladğı otlarla güzel bir sofra hazırlamıştı. Kostas bu gün bulduğu Kantharosla şarap içmek için sabırsızlanıyordu. İlk yudumları aldığında, kantharostan doğru gelen deniz ve toprak kokusunu farketti. Daha bir duygu doldu...Halina yine basmıştı benliğini, O'nun unutamadığı hayali, aşkıyla doluydu. Bu dayanılmaz ayrılığın hiç bir günü, hiç bir saati geçmek bilmiyor, güzel Halina bir an bile çıkmıyordu aklından...Onunla geçirdiği güzel zamanlar gözünün önüne geliyor, deniz kenarında kendisine:"Al bu taşı sakla, aşkımızın şahidi olsun" dediği küçük taşı, annesine diktirdiği küçük bir kesenin içinde özenle taşıyor, hiç yanından ayırmıyor, geceleri odasına çekildiğinde onu çıkarıp, avuçlarına alıyor, sabah uyandığında elinde buluyor, tekrar küçük keseye koyup saklıyordu. Dudaklarından belli belirsiz bir ada şarkısı dökülüyordu:
"samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
(sisamlı kız, sisamlı kız
ne zaman gideceksin sisama
güller dökecegim sahile sisamlı kız
gül yaprakları kumun üzerine
kayikla nereye gidersen
oraya altın yelkenler koyacağım
altına bulanmış kürekler sisamlı kız
göndereceğim seni almak için)...
Kesik kesik mırıldandıkça şarkıyı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu...Annesi onun çektiği acıyı görüyor, anlamaya çalışıyor, elinden bir şey gelmediği için, onu düştüğü bu durumdan kurtarmak istiyordu. Bir fırsatını bulup şarabı sofradan kaldırdı...Oğlu göz göre göre tükeniyordu. Halina'dan çok daha güzel kızlar göstermişti ona, ama o Halina diyor, başka bir kızın adını bile duymak istemiyordu...Ne vardı bu kızda fazladan? Mavi gözleri mi?..Dalgalı sarı saçları mı?...Gülmesi, oturması kalkması m?...Ne, ne?. Kestiremiyordu kadıncağız, oğlunun günün birinde bu kızı unutacağını umuyor, sabrediyordu. Yapabileceğine inandığı bir şey de yoktu zaten...
Kostas artık boşalmış olan kabı ellerinde okşuyordu. Ufak çizikler oluşmuştu kabın üzerinde...altını çevirdi...Belli belirsiz bir yazı gözüne çarptı..."Her kim, bu kaptan içerse..."...Gerisi silikti, okunamıyordu.Biraz daha ileride bir yazı daha gördü...Afrodite...Silik kısımda ne yazabileceğini çıkarmaya çalıştı...Yok; olmuyordu...Bu kapta belki de bir sır, bir tılsım gizliydi...Annesinin ısrarlarına rağmen, tapınağa pek gitmezdi...Dünyayı insanlara benzeyen bir dolu tanrının idare ettiğine inanamıyordu bir türlü. Onun hatırı kırılmasın diye ancak bazı önemli günlerde Küçükdeniz'deki Athena tapınağını ziyaret ederdi...Bu yazılar onu silik bir umutla, mistik bir dünyaya sürükledi. Kimbilir, belki de Halina'sına kavuşmanın sırrını gizliyordu bu kap...Tükenen umutları,tekrar canlandı. Aklına kendince parlak bir fikir geldi...Kendisi bu kaptan içmişti...Ama ya Halina da içerse?...Yok, olmazdı, önce Afrodite yazısının taşıdığı bir anlam olmalı; onu çözmeden olmaz diye düşündü.
Adonis" Haydi bre Kostas, gün yarı oldu, ne zaman gideceğiz balığa, hazırlan in aşağı"...Diye sesleniyordu evin önünde. Kostas "Ustam ben bu gün gelmeyeyim, başım çok ağrıyor".diye cevapladı...Adonis avludan ağları alarak kapıdan çıktı. Kostas, akşam gerçekten uyuyamamış, sabaha karşı ancak dalabilmiş, ama sabah çömleğin getirdiği umudun müjdesi ile erkenden uyanmıştı...Bu kaba şarap doldurup tapınağa götürecek, Afrodite'e yakaracak, ertesi gün, bir gece beklemiş olan şarabı içecek, sonra da Halina'yı bir punduna getirip, ona içirecekti...Ama önce eğer varsa, çömleğin etkilerini başka bir kız üzerinde denemeliydi. Kendisine ahlaki gelmese de, bunu denemek gerekliydi. Ne olur ne olmazdı. Düşündüklerini yaptı. Afrodite'e yakardı...Ve şarap dolu kabı tapınaktaki bir taş kovuğuna bıraktı. Ertesi gün gidip, bıraktığı şarap dolu çömleğini aldı ve içindeki şarabı içti...
"Hey Deka!"...Deka komşu kızıydı...Çocukluktan beri beraber büyümüşler, kardeşten farksız iki yetişkin genç olmuşlardı. Deka" Hayırdır Kostas, Halina'dan haber mi var, nedir bu telaşen?"...Kostas::" bak dün denizden ne buldum". Deka merakla kapıdan içeri girdi ve Kostas'ın ısrarlı isteği ile kantharos içinde sunduğu şaraptan bir yudum içti..."Çok güzel bir kap" dedi Deka..."Bu kapla, şarabın lezzeti daha da güzelleşiyor "...
Kapıya doğru giderken birden dönüp, Kostas'ın boynuna sarıldı ve onu öptü. Kostas büyük bir şaşkınlıkla: "Deka ne yapıyorsun; dur, biz kardeşiz" deme fırsatını zor yakaladı. Deka bir anda değişmiş, Kostas'a sevgi ve şehvet dolu gözlerle bakan şuh bir kız olmuştu. Kostas, diğer odada bulunan annesinin yanına attı kendisini...Deka da onun ardından geldi, ama annesinin yanında fazla ileri gidemedi...
Kostas, "tamam oldu bu iş, Halina benim olacak sonunda" diye sevinmeye başladı...Ne yapıp edip Halina'nın bu çömlekten bir yudum da olsa şarap içmesini sağlamalıydı.
Aklına gelen aracı, Adonis'in aksi karısıydı. Halina'nın annesinin çocukluk arkadaşıydı bu kadın. Bir iki kez Kostas konusunda Halina ile konuşmuş, ama onu ikna edememişti, . O yüzden böyle bir birlikteliğin olabileceğine inanmamaktaydı...Kadın da Adonis gibi Kostas'ı oğlu gibi sevmekteydi, aksi bir yapıda olmasına rağmen, Kosta'sı kıramadı ve bir bahane ile şarabı Halina'nın içmesini sağladı...
Halina şarabı içer içmez değişti, Kostas'ı karşı konulmaz bir arzu ile kollarınna almak istiyordu. Hızla Kostas'a gitti ve kendini ona teslim etti...Karnında Kostas'ın çocuğunu taşıyacaktı artık. Kostas, olanları hayretle ve sevinçle izleyerek Halina'yı elde etmenin büyüsünü taşıyan bu kaba hayran olmuştu. Bu mucizeyi gerçekleştiren, bu kantharostur, Afrodite'dir, ettiği duadır...Dionisos bu kabı Afrodite mi hediye etmişti acaba? diye düşündü. Mistik ilgiler kurmak konusunda yeterli değildi. Bu küçük çömleğin mucizesi onu dini ve mistik değerlere bağladı, Annesi, oğlunda gördüğü bu olumlu değişmelere seviniyor, ama ona belli etmiyordu. Tapınaktan çıkmaz olmuştu. Annesine, çömleğin tılsımından bahsetmeden müjdeyi verdi ve evlilik hazırlıklarına başladılar..
Bir hafta sonra komşu kızı Deka kapıya dayandı. "Kostas, Allah'ın cezası, sen bana ne yaptın böyle, aklım yeni başıma geliyor"...Kostas, Deka'nın bu öfke dolu sözleri karşısında şaşırdı. Büyü bozulmuştur!...Eyvah, ya, Halina da Deka gibi tekrar vargeçerse ondan ve de aşkından?. Ne olacaktı sonra?.
Adonis'in karısı, Halina'ya Deka'nın içtiği tarihten bir hafta sonra içirmiştir şarabı. O halde bir hafta süresi daha vardı Kostas'ın...Belki de bu süre içinde Halina'yı büyünün etkisi geçse bile ikna edebilirdi... Düşündüğü gibi yaptı, ona tuttuğu en güzel balıkları getirdi, değişik hediyeler aldı, Sardes'ten güzel bir altın kolye getirtti...Halina halinden memnun görünmekteydi. Bir hafta sonra kararlaştırdıkları zamanda geldi Halina. "Kostas, ben senin için yanlış seçimdim, beni affet, seninle olmayacak!"...Kostas'ın dünyası başına yıkııldı o anda...O gece hiç içmediği kadar şarap içti. Gözyaşlarına boğuldu. Adonis'in zor durumlarda ne yapılması gerektiği knusundaki öğütleri aklına bile gelmiyordu.
Ertesi gün balığa çıktılar. Adonis: "Dikkat et, evlat, sandalı fazla yaklaştırma kayalıklara"... Kostas, sandalı kabı bulduğu yere yere doğru yaklaştırdı ve Kanthorosu Ege'nin derin sularına bıraktı...
Usta, küçük atölyesinde, dün tornasında çektiği çömlekleri işlemektedir...belediye, konferansa gelen misafirler için, Foça ve siren kayalıkları temaları işlenmiş çömlekler sipariş vermiştir kendisine. Özenle son parti çömleği hazırlamaktadır...
Etrafında dolaşan kadınlar, Ustanın gönlünü çalabilmek için olmadık oyunlar oynuyorlardı. Ama o her nedense, gönlünü teslim etmemekte direnmekteydi. Hoşuna giden kadınlardan bile birini seçememekte, bambaşka özellikte bir kadın beklemekteydi belki de..Bu bekleyişin artık sona ermesi gerekiyordu, zaman hızla ilerlemekte, yaş kemale ermekteydi. Saçları sakalları ağarmış, çevresinde kendisine sevgi ve saygı duyan bir grup oluşmuştu...
"Ustam, hadi gel, bu gün çalışma, balığa gidiyoruz" diye seslendi İbo...Çömlekçi, siparişleri hazırlayıp kolilerin içine yerleştirdi. Atölyesi eski Athena tapınağının yanıbaşında, Küçükdeniz'in kıyısındaydı...Her gün Foça koyu'nun ortasındaki dubaya kadar yüzüp gelmeyi adet edinmişti. Balıkçı ve denizci dostları da onu yalnız bırakmaz; fırsat bulduklarında onunla birlikte denize açılırlardı...Ustanın sohbeti dostları ve denizciler için büyük bir ders ve moral kaynağı olurdu. Usta epeydir denize açılmamış, denizin kokusunu, orada duyduğu doyumsuz heyecanı özlemişti. "Siren kayalıklarını özledim doğrusu" diye düşündü. Belki bir iki fok balığı bile görürdü.
Foça çömlekçisi arkeoloji ve çömlek tarihi ile yakından ilgiliydi. İstanbul'da felsefe öğrenimi görmüş, ama kendisini çömlekçiliğin içinde bulmuş, yazılar, şiirler yazan, duygusal yapıda bir adamdı. Tipik bir 68 liydi..., Anadolu çömlekçiliği ışığında yeni kaplar üretmeye çalışmaktaydı. Zaman buldukça Foça'da yapılan kazılara katılır, arkeologlarla sık sık derin sohbetler eder, bilgi alış-verişinde bulunurdu.
"Tamam İbo, geliyorum, epeydir balığa gitmedim. Bekle!" diyerek balıkçı İbrahim ile Küçükdeniz'den açılarak, Siren kayalıklarına doğru yöneldiler...Foça'nın güzelliği denizden bakıldığında daha da etkileyiciydi...Neşe içinde oltalarını Siren kayalıkları civarında denize attılar...Oldukça bereketli bir avdı ona göre. Daha çok mercan ve isparoz tutmuşlardı...Usta, tuttuğu balıkları ,bir kaç kadeh şarap eşiliğinde, atölyesinin önünde kurduğu küçük sofrada dostları ile birlikte yemeyi çok severdi. Güneş ufuk çizgisine yaklaşırken son bir kez daha attılar oltalarını. Bu sonbahar günbatımında, her zaman harika oyunlar sergiler bulutlar buralarda...Siren kayalıklarının esrarlı ve tarihle iç içe geçmiş görkemli görünüşleri ,güneşin bu akşam kızıllığında uzun ve mistik bir hikayeyi anlatıyor gibiydi...Sahile gitme ve balıkları kızartma zamanı gelmekteydi. Usta son oltayı çekerken, ucunda bir ağırlık olduğunu hissetti...sabırsızlıkla onu denizden çıkardı, oldukça yıpranmış, üzerini, deniz canlıları kaplamış bir kantharostu bu!...
Ustayı bu küçük çömleği görünce büyük bir heyecan sardı. Foça'nın binlerce yıllık tarihininin derinliklerinden gelen bu kabın kimbilir nasıl bir hikayesi vardı...İbo "Usta be, koca denizde bula bula bir çömlek mi buldun?. Senin yaptıklarına ne kadar çok benziyor" dedi usta ve devam etti:..: "İbo balıklar bir yana bu kantharos bir yana"...
Akşam uzun uzun çömleği inceledi, gövdesini, kulplarını, ayağını...Bu siyah ve mükemmel rengi nasıl vermişlerdi böyle?. Merakla ve heyecanla bu güzel kabın her yerini inceden inceye araştırdı. Çömleğin alt tarafında gördüğü Yunan alfabesi ile kazınmış yazıları görünce heyecanı iyice arttı. O gece uyku tutmadı kendisini, Ne yazıyordu acaba?, "Sabah ola hayrola" deyip, uykuya daldığında, Foça'nın horozları ötmeye başlamıştı. Kahvaltı bile etmeden, elinde kantharosla kendisini Foça kazıevi'nde buluverdi. Kazı başkanı Ömer bey ve genç arkeologlar Aydın'lı Kadir'le Halil Eskici bir masada kahvaltı ediyorlardı. Birden çömleği uzatarak, "burada ne yazıyor" diyebildi onlara..."Buyrun oturun" dedi Ömer Bey, ondaki telaşeyi görüp, sakinleştirmek isteyerek. Çömlek elden ele dolaşıyordu...Ömer Bey çömleğin büyük tarihi değer taşıdığını, onu müzeye teslim etmesi gerektiğini söyledi ustaya. Usta, "Bir süre sonra teslim ederim hocam, ama şimdilerde kalsın bende, ondan ayrılmak benim için öyle zor ki" dedi. Ustanın duygularını çok iyi anlıyorlardı masadakiler. Usta kabı vermek istemiyordu , gerçi vermeye verirdi ama, hiç değilse onu bir süre saklamak, tekrar tekrar incelemek istiyordu. Tecrübeli rkeologlar biraz sonra ustanın merakını giderdi. Eski Yunanca: "kim.... ...içerse afrodit ...". Bazı harfler, bu asırlar boyu bekleyişin yorgunluğu ile silinmişti çömleğin üzerinden...Ve arkeologlar, yazının devamında, bir yazı daha saptadılar. Harflerin karakterleri, yazının çömleğin yapıldığı tarihten daha sonraki bir tarihte yazılmış olduğununu gösteriyordu. Arkeolog Halil Eskici mırıldanarak okudu yazıyı: "Halina ve Kostas"...
Atölyeyi yeni açmıştı, tasarladığı yeni çömlekleri yapmak üzere, kararlılıkla çamurunu yoğurmaktaydı. Makinelerın her işi becerebildiği bu dönemde o, yılmadan, usanmadan, doğadan elde ettiği çamuru, kendi işleyerek kullanıyor ve adeta teknolojiye meydan okuyordu...Zaman zaman eski çömlekçilerle kendisini özdeşleştirdiği olurdu. Aslında yaptığı çömlekler, antik çömlekler kadar güzeldi. Bu kendisine olan güvenini arttırır, daha da güzellerini yapabileceği inancı ile dolar, bu ona güç verirdi.
Bir gezi teknesi yaklaşmaktaydı sahile...Tekneden gelen şuh kadın kahkahaları sahilde gezen delikanlılıların yüreklerini hoplatmaktaydı...Anlaşılan teknede erkeklerden daha çok kadınlar vardı, ve belki hepsi de kadındı. Dalga dalga gelen müzik sesi, insan seslerine eşlik ediyordu..."sırların acıdan ağlar örerrr"...Bu sonbahar günlerinde, uzamış yazın tadını çıkarmak isteyen tatilcilerin sık yaptığı , sıradan bir olaydı onun için. Belki de birileri gelir bir kaç çömlek satardı...Son günlerde denizden çıkardığı kantharos ile şarap içmeyi adet haline getirmişti. Çamurlu ellerini yıkayıp kanthorasa şarap doldurdu. Tam o sırada, Bir kadının, deniz tarafından atölyeye, kendisine doğru yöneldiğini farketti. Deniz ve gökyüzünden gelen ters ışık yüzünden; gelenleri seçmek zor oluyordu bu dar mekanda. Gördüğü silüeti , sanki bir yerlerden tanıyor gibiydi. Kadın iyice yaklaşıp "Merhaba" dedi gülümseyerek, . Başını sağ yana doğru hafifçe eğmiş, topluca, masmavi gözlü, çok güzel bir kadındı...Sonbaharın serin rüzgarı iri dalgalı siyah saçlarını tarıyor gibiydi. "Merhaba" dedi usta. "Buyrun". Kadın: "Biliyor musunuz, yaşamımda en güzel diyebilecğim zamanlar, seramikle uğraştığım günlerdi diyebilirim. Ne mutlu size, böylesine soylu bir uğraş içindesiniz.". Usta etrafı hayranlıkla izleyen bu kadından etkilendi. "Buyrun oturun, size bir çay demleyeyim"...Kadın: "teşekkür ederim, fazla vaktimiz yok, Bir arkadaş grubuyla Urla'dan Foça'ya gezi düzenledik, onlarla Küçükdeniz meydanında buluşacağız beni merak ederler, az sonra gitmeliyim" ...Kadın bir çömlek beğendi raftan. Usta, onu özenle sardı...Vakit kazanmak ve kadını daha fazla atölyede tutabilmek için ağır ağır hazırlıyordu paketi, zaten istese de hızlı olamazdı, elleri titriyordu. "Size bir şey ikram etmeden bırakamam, lütfen o parayı da cebinize geri koyun, madem ki seramikle uğraşıyorsunuz, yakınsınız çömlekçiliğe, bir yerde meslekdaş sayılırız" diyerek kadını ikna etti..."Eğer, isterseniz, size denizden bulduğum bu çömlek ile bir kadeh şarap ikram edeyim; hiç değilse tadına bakın, beğeneceğinizi umuyorum; tarih, deniz ve toprak kokuyor"dedi ve şarap dolu kantharos'u kadına uzattı...Kadın çekinerek kabı aldı ve koklayarak bir yudum içti, kabı çamur masasına bıraktı. "Teşekkür ederim, gerçekten çok özel bir tadı varmış şarabın" dedi...Usta: "şaraptan değil, bu tarihi çömlekten geliyor o tad". Az sonra, kadının tavırları değişti, boncuk mavisi gözlerini ustanın gözlerinden ayırmaz olmuştu ve her halinden ustanın yanında daha fazla kalmak istediği açıkça belli oluyordu. Kadının ve ustanın içine bir kor düşmüştü. Kadıın içi içine sığmıyordu. Usta"Hanımefendi, bunu tanışma sayalım, sizi tekrar görmek, oturup,sohbet etmek isterdim" dedi. Kadın: "Tavla bilir misiniz?. sizi kızdırmak hoşuma giderdi!" deyince ; ustanın yürek atışları daha da hızlanmıştı. "İşte bambaşka bir kadın, beklediğim kadın bu olsa gerek, emnim ki budur!" diye düşündü. Eğer gerisi de düşündüğü gibi güzel giderse, hayatının değişmez bir parçası olabilirdi daha şimdiden mükemmel olduğuna inandığı bu insan!. Kadın, Foça meydanında kendisini bekleyen arkadaşlarını neredeyse unutacaktı. Toparanarak:."Hoşçakalın görüşmek üzere" deyip ayrıldı. Athena tapınağının yıkıntıları arasından el sallayarak gözden kayboldu. Yalnız kaldıklarında, hem usta, hem kadın birbirilerinden büyülenmişlerdi sanki. Sürekli birbirlerini düşünür olmuşlardı.
Bu birden doğan aşk, ilerleyen zamanlarda pekişti. Kadın ustanın yanına sık sık geliyor, usta onun gelmesini dört gözle bekliyor, birlikte olamadıkları zamanlar saatler geçmek bilmiyordu. Karataş'a mı basmıştı kadın yoksa?. Eski bir efsaneye göre, bu taşa basan Foça'dan ayrılamazdı... Ah o geceler, hain geceler yok muydu?-evde yalnız başına-, o kadar anlamsız ve boşuna geçen zamanlardı ki onunla birlikte yaşanmamış olan zamanlar. Bunun sonunda mutlu bir evlilik görünüyordu, her ikisi de kuracakları yuva için sabırsızlanıyor, başbaşa verip, hayallere dalıyorlardı. Ustada olan bu değişiklikler, çevresindekilerin gözünden kaçmıyordu. Yaşlı annesi, oğlunun bu garip hallerine anlam veremiyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Usta, konu netleşmeden annesine açmaya korkuyordu .
Bir gün, başka bir kadın geldi atölyeye. Usta raflardaki çömleklere doğru uzanırken, kadın masanın üzerinde duran eski çömlekteki şarabı gözüne kestirdi, durgun havada, içeriye çok hoşuna giden bir şarap ve toprak kokusu yayılmıştı. Kokunun kaynağını araştırdı, bu dar mekanda bulması zor olmadı. Masanın üzerinde duran çömlekten geliyordu bu koku. Kendini tutamadı ve birden kanthorosa uzandı ve usta görmeden bir yudum içip sessizce yerine koydu...Usta seçtiği çömleği kadına anlatırken; kadın gözlerini ustanın gözlerinden ayırmıyordu, bedenini şuh tavırlarla ona yaklaştırdı...Ve daha fazla dayanamayıp, şehvetle sarıldı ustaya sonunda. "Ne oluyor hanımefendi" demeye kalmadan, ustayı öpmeye başladı. Sevgilisinin geleceği saat yaklaşmıştı ustanın. İşte, kapıda beliriveren sevgiliden başkası değildi. Manzara korkunçtu. Bir kadın ustaya sarılmış, onu öpüyordu. Bu tablo karşısında hiç bir kadın kayıtsız kalamazdı. Durumu anlamak, anlatmak o kadar zordu ki. Yaşla dolmuş mavi gözlerini ustanın gözlerine dikerek sadece "yazıklar olsun" diyebildi. Usta "nalet olsun" diyordu içinden, konuşamıyordu, neye uğradığını şaşırmış, tutulmuştu. Herşey bir kaç saniye içinde içinde olup bitmişti. Kendisini öpmeye çalışan kadının kollarından sıyrılarak Athena tapınağına doğru koşan sevgilisinin ardından koşmaya başladı...Kolundan yakaladı onu bir iki kere, ama onu durdurmayı başaramadı. Oradan bir an önce uzaklaşmak isteyen sevgilisi, ağlaya ağlaya tapınağın kalıntıları arasında, gözden kayboldu.
Atölyeye geri döndüğünde, kendisini aniden kucaklayıp öpen kadın çoktan gitmişti. Balıkçı İbo gelmiş, köşede oturuyordu. "Usta, ters zamanda geldim galiba" dedi...Usta: "Yok İbrahim, tam zamanında geldin. Teknen hazır mı?" diye sordu..."Senin için teknem her zaman hazırdır ustam" dedi İbrahim...
Hava ne kadar da pusluydu bu gün, ağır ve ürperten bir serinlik vardı etrafta...Rüzgar yağmur topluyordu...Hiç konuşmadan tekneye binip, Siren kayalıklarına doğru açıldılar. Bir iki saat sonra İbo: " kaçsak iyi olacak ustam, hava tekin değil" dedi. Ustanın ağzını bıçak açmıyordu...İbo, yaşça küçüktü ustadan, ona karşı duyduğu derin saygıdan kensine soru soramıyor, teselliye kalkamıyor, sadece, oyalamaya çalışıyordu.
Aynı yerde -sözde- balık avlıyorlardı. Bir iki mercandan başka bir şey tutamadılar. Sessiz bir hüzün rüzgarıdır esiyordu küçük teknenin içinde...Usta, bir beze sardığı, Kantharosu çıkardı. Uzunca bir süre baktı ve onu tam İbo ile bulduğu yerde, Siren kayalıklarının önünde, denize bıraktı.
Enginde bir fok balığı görünüp kayboldu, Afrodite'nn çömleği diplere doğru yalpalayarak inerken, üzerinde kocaman harflerle, "Giritli" yazan bir teknede belli belirsiz samoyotisa şarkısı çalıyor ve Siren kayalıklarında yankılanarak, adeta, artık dibe inip yerleşmiş olan kanthorosa doluyordu sanki:
samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
Hiç Yunanca bilmediği halde, bu şarkının anlamını biliyor, bir yerlerden hatırlıyor gibiydi usta...
Ve Foça'da bir gün daha böylece bitiyordu.
Yavuz Peker
Not: Düzeltilecek.
Adonis'in aklaşmış saçları ve sakalları, kartalı andıran bakışları, çevresinde saygınlık uyandırabilmesi için yeterliydi. Çağdaş düşünen, filozof ruhlu bir adamdı. Sokrates'i çok sever, çevresindekilere, sırası geldiğinde onun yaşamından ve düşüncelerinden söz ederdi.. Fokaia'da onu tanımayan hemen hemen kimse yoktu. Adalara sefere çıkmadığı zamanlarda çıktığı balığa her zaman çıkmaz, şehir agorasında arkadaşlarıyla ve gençlerle uzun sohbetlere dalar, tartışmalara girerdi. Orta boy bir teknesi vardı. Bağ bozumunda toplanan üzüm ve şarapları, adalara taşırdı. Arasıra, daha büyük teknelerden gelen ricaları kıramaz, yüksek ücretler almadan onlara kaptanlık yapardı. Adonis, adaları ve Ege sahillerini, şehir limanlarını, sığınabilecek koyları, tehlikeli kayalıkları iyi bilirdi. Daha çok, uzak denizlerde vartalar atlatmış, ancak yönettiği teknelerden hiç biri batmamıştı. Yaşlı Adonis Kostas'ın anne tarafından akrabası olurdu. Babasının ölümünden sonra, Kostas onun tavırlarını örnek alır, ağzından çıkan her sözden etkilenir , büyük bir saygı duyardı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Çabuk öğrenen kıvrak bir zekaya sahipti. Adonis yanından hiç ayrılmak istemeyen bu çocuğu benimsemişti. Gittiği seferlerde onu yanına alırdı, Smyrna'daki iç savaşlarda ölmüş olan oğlunun yerine koyardı onu belki de...
Balıkları sepetlere yerleştiriyordu Kostas. İlk bakışta bir ahtapotun bacaklarına benzettiği bir çömlek gördü ayaklarının dibinde, üzerindeki deniz otlarını silerek onu temizledi. Bu, şarap tanrısı Dionysos'un şarap içmek için kullandığı kaptı. Çok usta bir elden çıktığı belliydi. "Ustam, şu kaba bak" diyerek Adonis'e seslendi. Adonis Kostas'ın elindeki kaba bir süre baktı. dönerek "bir kantharos, çok da güzelmiş. Şansımız var bu gün evlat, bu kap senin olsun, onu değerlendirirsin" dedi. Kostas çömleği, özenle kuruladı, bir beze sararak evine götürmek için sabırsızlanıyordu. Annesi, bu gün tuttuğu balıklar ve denizden bulduğu bu güzel kap için çok sevinecekti...
Halina, Kostas'ı çok seviyordu, fakat, onu Agora etrafında bir kızla hararetli bir konuşma içinde gördüğü günden beri, ondan uzak duruyor, konuşma, buluşma, isteklerine cevap bile vermiyordu. Kostas'ın hiç bir girişimi sonuç vermiyordu. Agoradaki güzel kız, Fokaia'da ki Kostas'ı beğenen kızlardan biriydi. O gün balık alma bahanesiyle ona yanaşmış, ama yine bir netice alamamıştı. Bunu Halina'ya anlatabilmek fırsatını bile yakalayamıyordu Kostas...
Annesi, oğlunu elindeki balık dolu sepetle, kapının önünde görünce çok sevindi, ama Kostas'ın elindeki bezi açıp içindeki Kantharosu görünce şaşırdı. "Kaç para verdin buna yine" diye sordu. "Anne ağlara takıldı, kayalılarda balık avlarken" dedi Kostas. Annesi buruk bir gülümsemeyle kantharosu aldı, inceleyip tekrar oğluna geri verdi. Kostas, arasıra şarabın ölçüsünü kaçırır ve o zaman Halina'yı sayıklayarak ağlardı. Annesi oğlunun bu hüznüne dayanamaz ve şarabı sıkça içmesini istemez, ama ona bunu söylemezdi. Adonis'in öğrettiği şarap içme usullerinin oğlu üzerindeki etkisi açıkça belli oluyordu...Bu güzel Halina ne de inatçıydı, bir kaç kez annesi ile konuşmayı denemiş, o da fayda etmemişti.
Gece çöküyordu, annesi taze balıklarla, bahçeden ve çevreden ve topladğı otlarla güzel bir sofra hazırlamıştı. Kostas bu gün bulduğu Kantharosla şarap içmek için sabırsızlanıyordu. İlk yudumları aldığında, kantharostan doğru gelen deniz ve toprak kokusunu farketti. Daha bir duygu doldu...Halina yine basmıştı benliğini, O'nun unutamadığı hayali, aşkıyla doluydu. Bu dayanılmaz ayrılığın hiç bir günü, hiç bir saati geçmek bilmiyor, güzel Halina bir an bile çıkmıyordu aklından...Onunla geçirdiği güzel zamanlar gözünün önüne geliyor, deniz kenarında kendisine:"Al bu taşı sakla, aşkımızın şahidi olsun" dediği küçük taşı, annesine diktirdiği küçük bir kesenin içinde özenle taşıyor, hiç yanından ayırmıyor, geceleri odasına çekildiğinde onu çıkarıp, avuçlarına alıyor, sabah uyandığında elinde buluyor, tekrar küçük keseye koyup saklıyordu. Dudaklarından belli belirsiz bir ada şarkısı dökülüyordu:
"samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
(sisamlı kız, sisamlı kız
ne zaman gideceksin sisama
güller dökecegim sahile sisamlı kız
gül yaprakları kumun üzerine
kayikla nereye gidersen
oraya altın yelkenler koyacağım
altına bulanmış kürekler sisamlı kız
göndereceğim seni almak için)...
Kesik kesik mırıldandıkça şarkıyı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu...Annesi onun çektiği acıyı görüyor, anlamaya çalışıyor, elinden bir şey gelmediği için, onu düştüğü bu durumdan kurtarmak istiyordu. Bir fırsatını bulup şarabı sofradan kaldırdı...Oğlu göz göre göre tükeniyordu. Halina'dan çok daha güzel kızlar göstermişti ona, ama o Halina diyor, başka bir kızın adını bile duymak istemiyordu...Ne vardı bu kızda fazladan? Mavi gözleri mi?..Dalgalı sarı saçları mı?...Gülmesi, oturması kalkması m?...Ne, ne?. Kestiremiyordu kadıncağız, oğlunun günün birinde bu kızı unutacağını umuyor, sabrediyordu. Yapabileceğine inandığı bir şey de yoktu zaten...
Kostas artık boşalmış olan kabı ellerinde okşuyordu. Ufak çizikler oluşmuştu kabın üzerinde...altını çevirdi...Belli belirsiz bir yazı gözüne çarptı..."Her kim, bu kaptan içerse..."...Gerisi silikti, okunamıyordu.Biraz daha ileride bir yazı daha gördü...Afrodite...Silik kısımda ne yazabileceğini çıkarmaya çalıştı...Yok; olmuyordu...Bu kapta belki de bir sır, bir tılsım gizliydi...Annesinin ısrarlarına rağmen, tapınağa pek gitmezdi...Dünyayı insanlara benzeyen bir dolu tanrının idare ettiğine inanamıyordu bir türlü. Onun hatırı kırılmasın diye ancak bazı önemli günlerde Küçükdeniz'deki Athena tapınağını ziyaret ederdi...Bu yazılar onu silik bir umutla, mistik bir dünyaya sürükledi. Kimbilir, belki de Halina'sına kavuşmanın sırrını gizliyordu bu kap...Tükenen umutları,tekrar canlandı. Aklına kendince parlak bir fikir geldi...Kendisi bu kaptan içmişti...Ama ya Halina da içerse?...Yok, olmazdı, önce Afrodite yazısının taşıdığı bir anlam olmalı; onu çözmeden olmaz diye düşündü.
Adonis" Haydi bre Kostas, gün yarı oldu, ne zaman gideceğiz balığa, hazırlan in aşağı"...Diye sesleniyordu evin önünde. Kostas "Ustam ben bu gün gelmeyeyim, başım çok ağrıyor".diye cevapladı...Adonis avludan ağları alarak kapıdan çıktı. Kostas, akşam gerçekten uyuyamamış, sabaha karşı ancak dalabilmiş, ama sabah çömleğin getirdiği umudun müjdesi ile erkenden uyanmıştı...Bu kaba şarap doldurup tapınağa götürecek, Afrodite'e yakaracak, ertesi gün, bir gece beklemiş olan şarabı içecek, sonra da Halina'yı bir punduna getirip, ona içirecekti...Ama önce eğer varsa, çömleğin etkilerini başka bir kız üzerinde denemeliydi. Kendisine ahlaki gelmese de, bunu denemek gerekliydi. Ne olur ne olmazdı. Düşündüklerini yaptı. Afrodite'e yakardı...Ve şarap dolu kabı tapınaktaki bir taş kovuğuna bıraktı. Ertesi gün gidip, bıraktığı şarap dolu çömleğini aldı ve içindeki şarabı içti...
"Hey Deka!"...Deka komşu kızıydı...Çocukluktan beri beraber büyümüşler, kardeşten farksız iki yetişkin genç olmuşlardı. Deka" Hayırdır Kostas, Halina'dan haber mi var, nedir bu telaşen?"...Kostas::" bak dün denizden ne buldum". Deka merakla kapıdan içeri girdi ve Kostas'ın ısrarlı isteği ile kantharos içinde sunduğu şaraptan bir yudum içti..."Çok güzel bir kap" dedi Deka..."Bu kapla, şarabın lezzeti daha da güzelleşiyor "...
Kapıya doğru giderken birden dönüp, Kostas'ın boynuna sarıldı ve onu öptü. Kostas büyük bir şaşkınlıkla: "Deka ne yapıyorsun; dur, biz kardeşiz" deme fırsatını zor yakaladı. Deka bir anda değişmiş, Kostas'a sevgi ve şehvet dolu gözlerle bakan şuh bir kız olmuştu. Kostas, diğer odada bulunan annesinin yanına attı kendisini...Deka da onun ardından geldi, ama annesinin yanında fazla ileri gidemedi...
Kostas, "tamam oldu bu iş, Halina benim olacak sonunda" diye sevinmeye başladı...Ne yapıp edip Halina'nın bu çömlekten bir yudum da olsa şarap içmesini sağlamalıydı.
Aklına gelen aracı, Adonis'in aksi karısıydı. Halina'nın annesinin çocukluk arkadaşıydı bu kadın. Bir iki kez Kostas konusunda Halina ile konuşmuş, ama onu ikna edememişti, . O yüzden böyle bir birlikteliğin olabileceğine inanmamaktaydı...Kadın da Adonis gibi Kostas'ı oğlu gibi sevmekteydi, aksi bir yapıda olmasına rağmen, Kosta'sı kıramadı ve bir bahane ile şarabı Halina'nın içmesini sağladı...
Halina şarabı içer içmez değişti, Kostas'ı karşı konulmaz bir arzu ile kollarınna almak istiyordu. Hızla Kostas'a gitti ve kendini ona teslim etti...Karnında Kostas'ın çocuğunu taşıyacaktı artık. Kostas, olanları hayretle ve sevinçle izleyerek Halina'yı elde etmenin büyüsünü taşıyan bu kaba hayran olmuştu. Bu mucizeyi gerçekleştiren, bu kantharostur, Afrodite'dir, ettiği duadır...Dionisos bu kabı Afrodite mi hediye etmişti acaba? diye düşündü. Mistik ilgiler kurmak konusunda yeterli değildi. Bu küçük çömleğin mucizesi onu dini ve mistik değerlere bağladı, Annesi, oğlunda gördüğü bu olumlu değişmelere seviniyor, ama ona belli etmiyordu. Tapınaktan çıkmaz olmuştu. Annesine, çömleğin tılsımından bahsetmeden müjdeyi verdi ve evlilik hazırlıklarına başladılar..
Bir hafta sonra komşu kızı Deka kapıya dayandı. "Kostas, Allah'ın cezası, sen bana ne yaptın böyle, aklım yeni başıma geliyor"...Kostas, Deka'nın bu öfke dolu sözleri karşısında şaşırdı. Büyü bozulmuştur!...Eyvah, ya, Halina da Deka gibi tekrar vargeçerse ondan ve de aşkından?. Ne olacaktı sonra?.
Adonis'in karısı, Halina'ya Deka'nın içtiği tarihten bir hafta sonra içirmiştir şarabı. O halde bir hafta süresi daha vardı Kostas'ın...Belki de bu süre içinde Halina'yı büyünün etkisi geçse bile ikna edebilirdi... Düşündüğü gibi yaptı, ona tuttuğu en güzel balıkları getirdi, değişik hediyeler aldı, Sardes'ten güzel bir altın kolye getirtti...Halina halinden memnun görünmekteydi. Bir hafta sonra kararlaştırdıkları zamanda geldi Halina. "Kostas, ben senin için yanlış seçimdim, beni affet, seninle olmayacak!"...Kostas'ın dünyası başına yıkııldı o anda...O gece hiç içmediği kadar şarap içti. Gözyaşlarına boğuldu. Adonis'in zor durumlarda ne yapılması gerektiği knusundaki öğütleri aklına bile gelmiyordu.
Ertesi gün balığa çıktılar. Adonis: "Dikkat et, evlat, sandalı fazla yaklaştırma kayalıklara"... Kostas, sandalı kabı bulduğu yere yere doğru yaklaştırdı ve Kanthorosu Ege'nin derin sularına bıraktı...
Usta, küçük atölyesinde, dün tornasında çektiği çömlekleri işlemektedir...belediye, konferansa gelen misafirler için, Foça ve siren kayalıkları temaları işlenmiş çömlekler sipariş vermiştir kendisine. Özenle son parti çömleği hazırlamaktadır...
Etrafında dolaşan kadınlar, Ustanın gönlünü çalabilmek için olmadık oyunlar oynuyorlardı. Ama o her nedense, gönlünü teslim etmemekte direnmekteydi. Hoşuna giden kadınlardan bile birini seçememekte, bambaşka özellikte bir kadın beklemekteydi belki de..Bu bekleyişin artık sona ermesi gerekiyordu, zaman hızla ilerlemekte, yaş kemale ermekteydi. Saçları sakalları ağarmış, çevresinde kendisine sevgi ve saygı duyan bir grup oluşmuştu...
"Ustam, hadi gel, bu gün çalışma, balığa gidiyoruz" diye seslendi İbo...Çömlekçi, siparişleri hazırlayıp kolilerin içine yerleştirdi. Atölyesi eski Athena tapınağının yanıbaşında, Küçükdeniz'in kıyısındaydı...Her gün Foça koyu'nun ortasındaki dubaya kadar yüzüp gelmeyi adet edinmişti. Balıkçı ve denizci dostları da onu yalnız bırakmaz; fırsat bulduklarında onunla birlikte denize açılırlardı...Ustanın sohbeti dostları ve denizciler için büyük bir ders ve moral kaynağı olurdu. Usta epeydir denize açılmamış, denizin kokusunu, orada duyduğu doyumsuz heyecanı özlemişti. "Siren kayalıklarını özledim doğrusu" diye düşündü. Belki bir iki fok balığı bile görürdü.
Foça çömlekçisi arkeoloji ve çömlek tarihi ile yakından ilgiliydi. İstanbul'da felsefe öğrenimi görmüş, ama kendisini çömlekçiliğin içinde bulmuş, yazılar, şiirler yazan, duygusal yapıda bir adamdı. Tipik bir 68 liydi..., Anadolu çömlekçiliği ışığında yeni kaplar üretmeye çalışmaktaydı. Zaman buldukça Foça'da yapılan kazılara katılır, arkeologlarla sık sık derin sohbetler eder, bilgi alış-verişinde bulunurdu.
"Tamam İbo, geliyorum, epeydir balığa gitmedim. Bekle!" diyerek balıkçı İbrahim ile Küçükdeniz'den açılarak, Siren kayalıklarına doğru yöneldiler...Foça'nın güzelliği denizden bakıldığında daha da etkileyiciydi...Neşe içinde oltalarını Siren kayalıkları civarında denize attılar...Oldukça bereketli bir avdı ona göre. Daha çok mercan ve isparoz tutmuşlardı...Usta, tuttuğu balıkları ,bir kaç kadeh şarap eşiliğinde, atölyesinin önünde kurduğu küçük sofrada dostları ile birlikte yemeyi çok severdi. Güneş ufuk çizgisine yaklaşırken son bir kez daha attılar oltalarını. Bu sonbahar günbatımında, her zaman harika oyunlar sergiler bulutlar buralarda...Siren kayalıklarının esrarlı ve tarihle iç içe geçmiş görkemli görünüşleri ,güneşin bu akşam kızıllığında uzun ve mistik bir hikayeyi anlatıyor gibiydi...Sahile gitme ve balıkları kızartma zamanı gelmekteydi. Usta son oltayı çekerken, ucunda bir ağırlık olduğunu hissetti...sabırsızlıkla onu denizden çıkardı, oldukça yıpranmış, üzerini, deniz canlıları kaplamış bir kantharostu bu!...
Ustayı bu küçük çömleği görünce büyük bir heyecan sardı. Foça'nın binlerce yıllık tarihininin derinliklerinden gelen bu kabın kimbilir nasıl bir hikayesi vardı...İbo "Usta be, koca denizde bula bula bir çömlek mi buldun?. Senin yaptıklarına ne kadar çok benziyor" dedi usta ve devam etti:..: "İbo balıklar bir yana bu kantharos bir yana"...
Akşam uzun uzun çömleği inceledi, gövdesini, kulplarını, ayağını...Bu siyah ve mükemmel rengi nasıl vermişlerdi böyle?. Merakla ve heyecanla bu güzel kabın her yerini inceden inceye araştırdı. Çömleğin alt tarafında gördüğü Yunan alfabesi ile kazınmış yazıları görünce heyecanı iyice arttı. O gece uyku tutmadı kendisini, Ne yazıyordu acaba?, "Sabah ola hayrola" deyip, uykuya daldığında, Foça'nın horozları ötmeye başlamıştı. Kahvaltı bile etmeden, elinde kantharosla kendisini Foça kazıevi'nde buluverdi. Kazı başkanı Ömer bey ve genç arkeologlar Aydın'lı Kadir'le Halil Eskici bir masada kahvaltı ediyorlardı. Birden çömleği uzatarak, "burada ne yazıyor" diyebildi onlara..."Buyrun oturun" dedi Ömer Bey, ondaki telaşeyi görüp, sakinleştirmek isteyerek. Çömlek elden ele dolaşıyordu...Ömer Bey çömleğin büyük tarihi değer taşıdığını, onu müzeye teslim etmesi gerektiğini söyledi ustaya. Usta, "Bir süre sonra teslim ederim hocam, ama şimdilerde kalsın bende, ondan ayrılmak benim için öyle zor ki" dedi. Ustanın duygularını çok iyi anlıyorlardı masadakiler. Usta kabı vermek istemiyordu , gerçi vermeye verirdi ama, hiç değilse onu bir süre saklamak, tekrar tekrar incelemek istiyordu. Tecrübeli rkeologlar biraz sonra ustanın merakını giderdi. Eski Yunanca: "kim.... ...içerse afrodit ...". Bazı harfler, bu asırlar boyu bekleyişin yorgunluğu ile silinmişti çömleğin üzerinden...Ve arkeologlar, yazının devamında, bir yazı daha saptadılar. Harflerin karakterleri, yazının çömleğin yapıldığı tarihten daha sonraki bir tarihte yazılmış olduğununu gösteriyordu. Arkeolog Halil Eskici mırıldanarak okudu yazıyı: "Halina ve Kostas"...
Atölyeyi yeni açmıştı, tasarladığı yeni çömlekleri yapmak üzere, kararlılıkla çamurunu yoğurmaktaydı. Makinelerın her işi becerebildiği bu dönemde o, yılmadan, usanmadan, doğadan elde ettiği çamuru, kendi işleyerek kullanıyor ve adeta teknolojiye meydan okuyordu...Zaman zaman eski çömlekçilerle kendisini özdeşleştirdiği olurdu. Aslında yaptığı çömlekler, antik çömlekler kadar güzeldi. Bu kendisine olan güvenini arttırır, daha da güzellerini yapabileceği inancı ile dolar, bu ona güç verirdi.
Bir gezi teknesi yaklaşmaktaydı sahile...Tekneden gelen şuh kadın kahkahaları sahilde gezen delikanlılıların yüreklerini hoplatmaktaydı...Anlaşılan teknede erkeklerden daha çok kadınlar vardı, ve belki hepsi de kadındı. Dalga dalga gelen müzik sesi, insan seslerine eşlik ediyordu..."sırların acıdan ağlar örerrr"...Bu sonbahar günlerinde, uzamış yazın tadını çıkarmak isteyen tatilcilerin sık yaptığı , sıradan bir olaydı onun için. Belki de birileri gelir bir kaç çömlek satardı...Son günlerde denizden çıkardığı kantharos ile şarap içmeyi adet haline getirmişti. Çamurlu ellerini yıkayıp kanthorasa şarap doldurdu. Tam o sırada, Bir kadının, deniz tarafından atölyeye, kendisine doğru yöneldiğini farketti. Deniz ve gökyüzünden gelen ters ışık yüzünden; gelenleri seçmek zor oluyordu bu dar mekanda. Gördüğü silüeti , sanki bir yerlerden tanıyor gibiydi. Kadın iyice yaklaşıp "Merhaba" dedi gülümseyerek, . Başını sağ yana doğru hafifçe eğmiş, topluca, masmavi gözlü, çok güzel bir kadındı...Sonbaharın serin rüzgarı iri dalgalı siyah saçlarını tarıyor gibiydi. "Merhaba" dedi usta. "Buyrun". Kadın: "Biliyor musunuz, yaşamımda en güzel diyebilecğim zamanlar, seramikle uğraştığım günlerdi diyebilirim. Ne mutlu size, böylesine soylu bir uğraş içindesiniz.". Usta etrafı hayranlıkla izleyen bu kadından etkilendi. "Buyrun oturun, size bir çay demleyeyim"...Kadın: "teşekkür ederim, fazla vaktimiz yok, Bir arkadaş grubuyla Urla'dan Foça'ya gezi düzenledik, onlarla Küçükdeniz meydanında buluşacağız beni merak ederler, az sonra gitmeliyim" ...Kadın bir çömlek beğendi raftan. Usta, onu özenle sardı...Vakit kazanmak ve kadını daha fazla atölyede tutabilmek için ağır ağır hazırlıyordu paketi, zaten istese de hızlı olamazdı, elleri titriyordu. "Size bir şey ikram etmeden bırakamam, lütfen o parayı da cebinize geri koyun, madem ki seramikle uğraşıyorsunuz, yakınsınız çömlekçiliğe, bir yerde meslekdaş sayılırız" diyerek kadını ikna etti..."Eğer, isterseniz, size denizden bulduğum bu çömlek ile bir kadeh şarap ikram edeyim; hiç değilse tadına bakın, beğeneceğinizi umuyorum; tarih, deniz ve toprak kokuyor"dedi ve şarap dolu kantharos'u kadına uzattı...Kadın çekinerek kabı aldı ve koklayarak bir yudum içti, kabı çamur masasına bıraktı. "Teşekkür ederim, gerçekten çok özel bir tadı varmış şarabın" dedi...Usta: "şaraptan değil, bu tarihi çömlekten geliyor o tad". Az sonra, kadının tavırları değişti, boncuk mavisi gözlerini ustanın gözlerinden ayırmaz olmuştu ve her halinden ustanın yanında daha fazla kalmak istediği açıkça belli oluyordu. Kadının ve ustanın içine bir kor düşmüştü. Kadıın içi içine sığmıyordu. Usta"Hanımefendi, bunu tanışma sayalım, sizi tekrar görmek, oturup,sohbet etmek isterdim" dedi. Kadın: "Tavla bilir misiniz?. sizi kızdırmak hoşuma giderdi!" deyince ; ustanın yürek atışları daha da hızlanmıştı. "İşte bambaşka bir kadın, beklediğim kadın bu olsa gerek, emnim ki budur!" diye düşündü. Eğer gerisi de düşündüğü gibi güzel giderse, hayatının değişmez bir parçası olabilirdi daha şimdiden mükemmel olduğuna inandığı bu insan!. Kadın, Foça meydanında kendisini bekleyen arkadaşlarını neredeyse unutacaktı. Toparanarak:."Hoşçakalın görüşmek üzere" deyip ayrıldı. Athena tapınağının yıkıntıları arasından el sallayarak gözden kayboldu. Yalnız kaldıklarında, hem usta, hem kadın birbirilerinden büyülenmişlerdi sanki. Sürekli birbirlerini düşünür olmuşlardı.
Bu birden doğan aşk, ilerleyen zamanlarda pekişti. Kadın ustanın yanına sık sık geliyor, usta onun gelmesini dört gözle bekliyor, birlikte olamadıkları zamanlar saatler geçmek bilmiyordu. Karataş'a mı basmıştı kadın yoksa?. Eski bir efsaneye göre, bu taşa basan Foça'dan ayrılamazdı... Ah o geceler, hain geceler yok muydu?-evde yalnız başına-, o kadar anlamsız ve boşuna geçen zamanlardı ki onunla birlikte yaşanmamış olan zamanlar. Bunun sonunda mutlu bir evlilik görünüyordu, her ikisi de kuracakları yuva için sabırsızlanıyor, başbaşa verip, hayallere dalıyorlardı. Ustada olan bu değişiklikler, çevresindekilerin gözünden kaçmıyordu. Yaşlı annesi, oğlunun bu garip hallerine anlam veremiyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Usta, konu netleşmeden annesine açmaya korkuyordu .
Bir gün, başka bir kadın geldi atölyeye. Usta raflardaki çömleklere doğru uzanırken, kadın masanın üzerinde duran eski çömlekteki şarabı gözüne kestirdi, durgun havada, içeriye çok hoşuna giden bir şarap ve toprak kokusu yayılmıştı. Kokunun kaynağını araştırdı, bu dar mekanda bulması zor olmadı. Masanın üzerinde duran çömlekten geliyordu bu koku. Kendini tutamadı ve birden kanthorosa uzandı ve usta görmeden bir yudum içip sessizce yerine koydu...Usta seçtiği çömleği kadına anlatırken; kadın gözlerini ustanın gözlerinden ayırmıyordu, bedenini şuh tavırlarla ona yaklaştırdı...Ve daha fazla dayanamayıp, şehvetle sarıldı ustaya sonunda. "Ne oluyor hanımefendi" demeye kalmadan, ustayı öpmeye başladı. Sevgilisinin geleceği saat yaklaşmıştı ustanın. İşte, kapıda beliriveren sevgiliden başkası değildi. Manzara korkunçtu. Bir kadın ustaya sarılmış, onu öpüyordu. Bu tablo karşısında hiç bir kadın kayıtsız kalamazdı. Durumu anlamak, anlatmak o kadar zordu ki. Yaşla dolmuş mavi gözlerini ustanın gözlerine dikerek sadece "yazıklar olsun" diyebildi. Usta "nalet olsun" diyordu içinden, konuşamıyordu, neye uğradığını şaşırmış, tutulmuştu. Herşey bir kaç saniye içinde içinde olup bitmişti. Kendisini öpmeye çalışan kadının kollarından sıyrılarak Athena tapınağına doğru koşan sevgilisinin ardından koşmaya başladı...Kolundan yakaladı onu bir iki kere, ama onu durdurmayı başaramadı. Oradan bir an önce uzaklaşmak isteyen sevgilisi, ağlaya ağlaya tapınağın kalıntıları arasında, gözden kayboldu.
Atölyeye geri döndüğünde, kendisini aniden kucaklayıp öpen kadın çoktan gitmişti. Balıkçı İbo gelmiş, köşede oturuyordu. "Usta, ters zamanda geldim galiba" dedi...Usta: "Yok İbrahim, tam zamanında geldin. Teknen hazır mı?" diye sordu..."Senin için teknem her zaman hazırdır ustam" dedi İbrahim...
Hava ne kadar da pusluydu bu gün, ağır ve ürperten bir serinlik vardı etrafta...Rüzgar yağmur topluyordu...Hiç konuşmadan tekneye binip, Siren kayalıklarına doğru açıldılar. Bir iki saat sonra İbo: " kaçsak iyi olacak ustam, hava tekin değil" dedi. Ustanın ağzını bıçak açmıyordu...İbo, yaşça küçüktü ustadan, ona karşı duyduğu derin saygıdan kensine soru soramıyor, teselliye kalkamıyor, sadece, oyalamaya çalışıyordu.
Aynı yerde -sözde- balık avlıyorlardı. Bir iki mercandan başka bir şey tutamadılar. Sessiz bir hüzün rüzgarıdır esiyordu küçük teknenin içinde...Usta, bir beze sardığı, Kantharosu çıkardı. Uzunca bir süre baktı ve onu tam İbo ile bulduğu yerde, Siren kayalıklarının önünde, denize bıraktı.
Enginde bir fok balığı görünüp kayboldu, Afrodite'nn çömleği diplere doğru yalpalayarak inerken, üzerinde kocaman harflerle, "Giritli" yazan bir teknede belli belirsiz samoyotisa şarkısı çalıyor ve Siren kayalıklarında yankılanarak, adeta, artık dibe inip yerleşmiş olan kanthorosa doluyordu sanki:
samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
Hiç Yunanca bilmediği halde, bu şarkının anlamını biliyor, bir yerlerden hatırlıyor gibiydi usta...
Ve Foça'da bir gün daha böylece bitiyordu.
Yavuz Peker
Not: Düzeltilecek.
Kantharos sadpotter |
16 Aralık 2012 Pazar
Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun, gelmiyorsun
13 Aralık 2012 Perşembe
Bu mahzun bakışla,bu bükük boyun, Açtığın yaradan, kaldı hatıra...
Bu mahzun bakışla,bu bükük boyun,
Açtığın yaradan, kaldı hatıra
Gün gelir seni de üzer bu oyun,
Sen de içlenirsin, gelir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Bu dümdüz sandığın, yollar bak yarın
Taş diken kesilir, gençliğin, baharın
Nerde o busemle tutuştukların
Yüreğin o tadla erir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Mahmut Nedim Şahidoğlu
Açtığın yaradan, kaldı hatıra
Gün gelir seni de üzer bu oyun,
Sen de içlenirsin, gelir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Bu dümdüz sandığın, yollar bak yarın
Taş diken kesilir, gençliğin, baharın
Nerde o busemle tutuştukların
Yüreğin o tadla erir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Mahmut Nedim Şahidoğlu
sadpotter |
12 Aralık 2012 Çarşamba
6 Aralık 2012 Perşembe
Utanmak...
Haklı -haksız mutlaka bir neden bulacaklardır kendilerine göre ve asla utanmıyacaklardır o sevildiğini bilen kişiler. Hiç bir şey olmamış gibi yaşamlarına devam edeceklerdir. Haklı nedenlere bir şey söylemek zor tabi, ama; o nedenleri öğrenmeden, niyetleri bilmeden, konuşma ve savunma fırsatı vermeden, kendilerince keyfi yargısız infazlara bulunanlara ne demeli...
Pişmemiş Kantharos sadpotter |
3 Aralık 2012 Pazartesi
1 Aralık 2012 Cumartesi
'Tanrı bir çömlek ustasıdır ve biz insanlar onun kiliyiz. Onun tornası sürekli döner ve bizleri istediği gibi şekillendirir. Kimimizi testi, kimimizi çömlek, kimimizi saksı, kimimizi lamba şeklinde yaratır. Bazılarımız su, bazılarımız şarap, bazılarımız süt veya bal, bazılarımızsa ışık taşırlar. Kırılırsak O buna aldırmaz ve geri dönüp bize bakmadan yeni kaplar yapmaya devam eder." Nikos Kazancakis
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)