Sayfalar
29 Aralık 2012 Cumartesi
Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gecenin matemini aşkıma örtüp sarayım
Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarayım
Şimdi ben tıpkı şifasız kanayan bir yarayım
Gittin artık seni ben nerde bulup yalvarıyım
Beste: Selahattin Pınar
Güfte: Mustafa Nafiz Irmak
Makam: Hüzzam
Usûl: Curcuna
Solist: Hüdai aksu
28 Aralık 2012 Cuma
SENİ SEVDİM
Seni sevdim, seni birdenbire değil usul usul sevdim "Uyandım bir sabah" gibi değil, öyle değil Nasıl yürür özsu dal uçlarına Ve günışığı sislerden düşsel ovalara Susuzdu, suya değdi dudaklarım seni sevdim Mevsim kirazlardan eriklerden geçti yaza döndü Yitik ceren arayı arayı anasını buldu Adın ölmezlendi bir ağız da benden geçerek Soludum, üfledim,yaprak pırpırlandı Ağustos dindi Seni sevdim, sevgilerim senden geçerek bütünlendi Seni sevdim, küçük yuvarlak adamlar Ve onların yoğun boyunlu kadınları Düz gitmeden önce ülkeyi bir baştan bir başa Yalana yaslanmış bir çeşit erk kurulmadan önce Köprüler ve yollar tahviller senetler hükmünde Dışa açılmadan önce içe açılmadan önce kapanmadan önce Nehirlerimiz ve dağlarımız ve başka başka nelerimiz Senet senet satılmadan önce Şirketler vakıflar ocaklar kutsal kılınıp Tanrı parsellenip kapatılmadan önce Seni sevdim. Artık tek mümkünüm sensin Gülten AKIN
Metro İzmir |
17 Aralık 2012 Pazartesi
Afrodite'in Çömleği
Ne delice lodos, ne de poyraz esiyordu. Bu mevsimde seyrek yaşanan sakin günlerden biriydi. Sonbahar güneşinin yazı andıran
sıcağından teknedeki bu iki adam da payını alıyordu..."Kostas, dikkatli
çek evlat, ağlar kayalara takılıp yırtılmasın"..."Tamam ustam" diyerek
ağları yavaşça çekmeye başladı Kostas.İlk balıklar görünmeye başladı
pırıldayarak; balıklar teknenin içine akıyordu adeta, daha çok çipura
dolmuştu küçük sandalın içine. Ağların tamamı toplanmış, ertesi gün
tekrar atılmaya hazır hale getirilmişti...Eğer her gün böyle bereketli
av olsa, bir kaç ayda yarım kalan evini tamamlayabilirdi Kostas.
Halina'yı düşündü, onunla karşılaştığı ilk günü, ne kadar da mahçuptu
Halina, utancından pembeleşmiş yanakları ile Kostas'ı daha fazla
etkilediğinden habersizdi.
Adonis'in aklaşmış saçları ve sakalları, kartalı andıran bakışları, çevresinde saygınlık uyandırabilmesi için yeterliydi. Çağdaş düşünen, filozof ruhlu bir adamdı. Sokrates'i çok sever, çevresindekilere, sırası geldiğinde onun yaşamından ve düşüncelerinden söz ederdi.. Fokaia'da onu tanımayan hemen hemen kimse yoktu. Adalara sefere çıkmadığı zamanlarda çıktığı balığa her zaman çıkmaz, şehir agorasında arkadaşlarıyla ve gençlerle uzun sohbetlere dalar, tartışmalara girerdi. Orta boy bir teknesi vardı. Bağ bozumunda toplanan üzüm ve şarapları, adalara taşırdı. Arasıra, daha büyük teknelerden gelen ricaları kıramaz, yüksek ücretler almadan onlara kaptanlık yapardı. Adonis, adaları ve Ege sahillerini, şehir limanlarını, sığınabilecek koyları, tehlikeli kayalıkları iyi bilirdi. Daha çok, uzak denizlerde vartalar atlatmış, ancak yönettiği teknelerden hiç biri batmamıştı. Yaşlı Adonis Kostas'ın anne tarafından akrabası olurdu. Babasının ölümünden sonra, Kostas onun tavırlarını örnek alır, ağzından çıkan her sözden etkilenir , büyük bir saygı duyardı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Çabuk öğrenen kıvrak bir zekaya sahipti. Adonis yanından hiç ayrılmak istemeyen bu çocuğu benimsemişti. Gittiği seferlerde onu yanına alırdı, Smyrna'daki iç savaşlarda ölmüş olan oğlunun yerine koyardı onu belki de...
Balıkları sepetlere yerleştiriyordu Kostas. İlk bakışta bir ahtapotun bacaklarına benzettiği bir çömlek gördü ayaklarının dibinde, üzerindeki deniz otlarını silerek onu temizledi. Bu, şarap tanrısı Dionysos'un şarap içmek için kullandığı kaptı. Çok usta bir elden çıktığı belliydi. "Ustam, şu kaba bak" diyerek Adonis'e seslendi. Adonis Kostas'ın elindeki kaba bir süre baktı. dönerek "bir kantharos, çok da güzelmiş. Şansımız var bu gün evlat, bu kap senin olsun, onu değerlendirirsin" dedi. Kostas çömleği, özenle kuruladı, bir beze sararak evine götürmek için sabırsızlanıyordu. Annesi, bu gün tuttuğu balıklar ve denizden bulduğu bu güzel kap için çok sevinecekti...
Halina, Kostas'ı çok seviyordu, fakat, onu Agora etrafında bir kızla hararetli bir konuşma içinde gördüğü günden beri, ondan uzak duruyor, konuşma, buluşma, isteklerine cevap bile vermiyordu. Kostas'ın hiç bir girişimi sonuç vermiyordu. Agoradaki güzel kız, Fokaia'da ki Kostas'ı beğenen kızlardan biriydi. O gün balık alma bahanesiyle ona yanaşmış, ama yine bir netice alamamıştı. Bunu Halina'ya anlatabilmek fırsatını bile yakalayamıyordu Kostas...
Annesi, oğlunu elindeki balık dolu sepetle, kapının önünde görünce çok sevindi, ama Kostas'ın elindeki bezi açıp içindeki Kantharosu görünce şaşırdı. "Kaç para verdin buna yine" diye sordu. "Anne ağlara takıldı, kayalılarda balık avlarken" dedi Kostas. Annesi buruk bir gülümsemeyle kantharosu aldı, inceleyip tekrar oğluna geri verdi. Kostas, arasıra şarabın ölçüsünü kaçırır ve o zaman Halina'yı sayıklayarak ağlardı. Annesi oğlunun bu hüznüne dayanamaz ve şarabı sıkça içmesini istemez, ama ona bunu söylemezdi. Adonis'in öğrettiği şarap içme usullerinin oğlu üzerindeki etkisi açıkça belli oluyordu...Bu güzel Halina ne de inatçıydı, bir kaç kez annesi ile konuşmayı denemiş, o da fayda etmemişti.
Gece çöküyordu, annesi taze balıklarla, bahçeden ve çevreden ve topladğı otlarla güzel bir sofra hazırlamıştı. Kostas bu gün bulduğu Kantharosla şarap içmek için sabırsızlanıyordu. İlk yudumları aldığında, kantharostan doğru gelen deniz ve toprak kokusunu farketti. Daha bir duygu doldu...Halina yine basmıştı benliğini, O'nun unutamadığı hayali, aşkıyla doluydu. Bu dayanılmaz ayrılığın hiç bir günü, hiç bir saati geçmek bilmiyor, güzel Halina bir an bile çıkmıyordu aklından...Onunla geçirdiği güzel zamanlar gözünün önüne geliyor, deniz kenarında kendisine:"Al bu taşı sakla, aşkımızın şahidi olsun" dediği küçük taşı, annesine diktirdiği küçük bir kesenin içinde özenle taşıyor, hiç yanından ayırmıyor, geceleri odasına çekildiğinde onu çıkarıp, avuçlarına alıyor, sabah uyandığında elinde buluyor, tekrar küçük keseye koyup saklıyordu. Dudaklarından belli belirsiz bir ada şarkısı dökülüyordu:
"samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
(sisamlı kız, sisamlı kız
ne zaman gideceksin sisama
güller dökecegim sahile sisamlı kız
gül yaprakları kumun üzerine
kayikla nereye gidersen
oraya altın yelkenler koyacağım
altına bulanmış kürekler sisamlı kız
göndereceğim seni almak için)...
Kesik kesik mırıldandıkça şarkıyı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu...Annesi onun çektiği acıyı görüyor, anlamaya çalışıyor, elinden bir şey gelmediği için, onu düştüğü bu durumdan kurtarmak istiyordu. Bir fırsatını bulup şarabı sofradan kaldırdı...Oğlu göz göre göre tükeniyordu. Halina'dan çok daha güzel kızlar göstermişti ona, ama o Halina diyor, başka bir kızın adını bile duymak istemiyordu...Ne vardı bu kızda fazladan? Mavi gözleri mi?..Dalgalı sarı saçları mı?...Gülmesi, oturması kalkması m?...Ne, ne?. Kestiremiyordu kadıncağız, oğlunun günün birinde bu kızı unutacağını umuyor, sabrediyordu. Yapabileceğine inandığı bir şey de yoktu zaten...
Kostas artık boşalmış olan kabı ellerinde okşuyordu. Ufak çizikler oluşmuştu kabın üzerinde...altını çevirdi...Belli belirsiz bir yazı gözüne çarptı..."Her kim, bu kaptan içerse..."...Gerisi silikti, okunamıyordu.Biraz daha ileride bir yazı daha gördü...Afrodite...Silik kısımda ne yazabileceğini çıkarmaya çalıştı...Yok; olmuyordu...Bu kapta belki de bir sır, bir tılsım gizliydi...Annesinin ısrarlarına rağmen, tapınağa pek gitmezdi...Dünyayı insanlara benzeyen bir dolu tanrının idare ettiğine inanamıyordu bir türlü. Onun hatırı kırılmasın diye ancak bazı önemli günlerde Küçükdeniz'deki Athena tapınağını ziyaret ederdi...Bu yazılar onu silik bir umutla, mistik bir dünyaya sürükledi. Kimbilir, belki de Halina'sına kavuşmanın sırrını gizliyordu bu kap...Tükenen umutları,tekrar canlandı. Aklına kendince parlak bir fikir geldi...Kendisi bu kaptan içmişti...Ama ya Halina da içerse?...Yok, olmazdı, önce Afrodite yazısının taşıdığı bir anlam olmalı; onu çözmeden olmaz diye düşündü.
Adonis" Haydi bre Kostas, gün yarı oldu, ne zaman gideceğiz balığa, hazırlan in aşağı"...Diye sesleniyordu evin önünde. Kostas "Ustam ben bu gün gelmeyeyim, başım çok ağrıyor".diye cevapladı...Adonis avludan ağları alarak kapıdan çıktı. Kostas, akşam gerçekten uyuyamamış, sabaha karşı ancak dalabilmiş, ama sabah çömleğin getirdiği umudun müjdesi ile erkenden uyanmıştı...Bu kaba şarap doldurup tapınağa götürecek, Afrodite'e yakaracak, ertesi gün, bir gece beklemiş olan şarabı içecek, sonra da Halina'yı bir punduna getirip, ona içirecekti...Ama önce eğer varsa, çömleğin etkilerini başka bir kız üzerinde denemeliydi. Kendisine ahlaki gelmese de, bunu denemek gerekliydi. Ne olur ne olmazdı. Düşündüklerini yaptı. Afrodite'e yakardı...Ve şarap dolu kabı tapınaktaki bir taş kovuğuna bıraktı. Ertesi gün gidip, bıraktığı şarap dolu çömleğini aldı ve içindeki şarabı içti...
"Hey Deka!"...Deka komşu kızıydı...Çocukluktan beri beraber büyümüşler, kardeşten farksız iki yetişkin genç olmuşlardı. Deka" Hayırdır Kostas, Halina'dan haber mi var, nedir bu telaşen?"...Kostas::" bak dün denizden ne buldum". Deka merakla kapıdan içeri girdi ve Kostas'ın ısrarlı isteği ile kantharos içinde sunduğu şaraptan bir yudum içti..."Çok güzel bir kap" dedi Deka..."Bu kapla, şarabın lezzeti daha da güzelleşiyor "...
Kapıya doğru giderken birden dönüp, Kostas'ın boynuna sarıldı ve onu öptü. Kostas büyük bir şaşkınlıkla: "Deka ne yapıyorsun; dur, biz kardeşiz" deme fırsatını zor yakaladı. Deka bir anda değişmiş, Kostas'a sevgi ve şehvet dolu gözlerle bakan şuh bir kız olmuştu. Kostas, diğer odada bulunan annesinin yanına attı kendisini...Deka da onun ardından geldi, ama annesinin yanında fazla ileri gidemedi...
Kostas, "tamam oldu bu iş, Halina benim olacak sonunda" diye sevinmeye başladı...Ne yapıp edip Halina'nın bu çömlekten bir yudum da olsa şarap içmesini sağlamalıydı.
Aklına gelen aracı, Adonis'in aksi karısıydı. Halina'nın annesinin çocukluk arkadaşıydı bu kadın. Bir iki kez Kostas konusunda Halina ile konuşmuş, ama onu ikna edememişti, . O yüzden böyle bir birlikteliğin olabileceğine inanmamaktaydı...Kadın da Adonis gibi Kostas'ı oğlu gibi sevmekteydi, aksi bir yapıda olmasına rağmen, Kosta'sı kıramadı ve bir bahane ile şarabı Halina'nın içmesini sağladı...
Halina şarabı içer içmez değişti, Kostas'ı karşı konulmaz bir arzu ile kollarınna almak istiyordu. Hızla Kostas'a gitti ve kendini ona teslim etti...Karnında Kostas'ın çocuğunu taşıyacaktı artık. Kostas, olanları hayretle ve sevinçle izleyerek Halina'yı elde etmenin büyüsünü taşıyan bu kaba hayran olmuştu. Bu mucizeyi gerçekleştiren, bu kantharostur, Afrodite'dir, ettiği duadır...Dionisos bu kabı Afrodite mi hediye etmişti acaba? diye düşündü. Mistik ilgiler kurmak konusunda yeterli değildi. Bu küçük çömleğin mucizesi onu dini ve mistik değerlere bağladı, Annesi, oğlunda gördüğü bu olumlu değişmelere seviniyor, ama ona belli etmiyordu. Tapınaktan çıkmaz olmuştu. Annesine, çömleğin tılsımından bahsetmeden müjdeyi verdi ve evlilik hazırlıklarına başladılar..
Bir hafta sonra komşu kızı Deka kapıya dayandı. "Kostas, Allah'ın cezası, sen bana ne yaptın böyle, aklım yeni başıma geliyor"...Kostas, Deka'nın bu öfke dolu sözleri karşısında şaşırdı. Büyü bozulmuştur!...Eyvah, ya, Halina da Deka gibi tekrar vargeçerse ondan ve de aşkından?. Ne olacaktı sonra?.
Adonis'in karısı, Halina'ya Deka'nın içtiği tarihten bir hafta sonra içirmiştir şarabı. O halde bir hafta süresi daha vardı Kostas'ın...Belki de bu süre içinde Halina'yı büyünün etkisi geçse bile ikna edebilirdi... Düşündüğü gibi yaptı, ona tuttuğu en güzel balıkları getirdi, değişik hediyeler aldı, Sardes'ten güzel bir altın kolye getirtti...Halina halinden memnun görünmekteydi. Bir hafta sonra kararlaştırdıkları zamanda geldi Halina. "Kostas, ben senin için yanlış seçimdim, beni affet, seninle olmayacak!"...Kostas'ın dünyası başına yıkııldı o anda...O gece hiç içmediği kadar şarap içti. Gözyaşlarına boğuldu. Adonis'in zor durumlarda ne yapılması gerektiği knusundaki öğütleri aklına bile gelmiyordu.
Ertesi gün balığa çıktılar. Adonis: "Dikkat et, evlat, sandalı fazla yaklaştırma kayalıklara"... Kostas, sandalı kabı bulduğu yere yere doğru yaklaştırdı ve Kanthorosu Ege'nin derin sularına bıraktı...
Usta, küçük atölyesinde, dün tornasında çektiği çömlekleri işlemektedir...belediye, konferansa gelen misafirler için, Foça ve siren kayalıkları temaları işlenmiş çömlekler sipariş vermiştir kendisine. Özenle son parti çömleği hazırlamaktadır...
Etrafında dolaşan kadınlar, Ustanın gönlünü çalabilmek için olmadık oyunlar oynuyorlardı. Ama o her nedense, gönlünü teslim etmemekte direnmekteydi. Hoşuna giden kadınlardan bile birini seçememekte, bambaşka özellikte bir kadın beklemekteydi belki de..Bu bekleyişin artık sona ermesi gerekiyordu, zaman hızla ilerlemekte, yaş kemale ermekteydi. Saçları sakalları ağarmış, çevresinde kendisine sevgi ve saygı duyan bir grup oluşmuştu...
"Ustam, hadi gel, bu gün çalışma, balığa gidiyoruz" diye seslendi İbo...Çömlekçi, siparişleri hazırlayıp kolilerin içine yerleştirdi. Atölyesi eski Athena tapınağının yanıbaşında, Küçükdeniz'in kıyısındaydı...Her gün Foça koyu'nun ortasındaki dubaya kadar yüzüp gelmeyi adet edinmişti. Balıkçı ve denizci dostları da onu yalnız bırakmaz; fırsat bulduklarında onunla birlikte denize açılırlardı...Ustanın sohbeti dostları ve denizciler için büyük bir ders ve moral kaynağı olurdu. Usta epeydir denize açılmamış, denizin kokusunu, orada duyduğu doyumsuz heyecanı özlemişti. "Siren kayalıklarını özledim doğrusu" diye düşündü. Belki bir iki fok balığı bile görürdü.
Foça çömlekçisi arkeoloji ve çömlek tarihi ile yakından ilgiliydi. İstanbul'da felsefe öğrenimi görmüş, ama kendisini çömlekçiliğin içinde bulmuş, yazılar, şiirler yazan, duygusal yapıda bir adamdı. Tipik bir 68 liydi..., Anadolu çömlekçiliği ışığında yeni kaplar üretmeye çalışmaktaydı. Zaman buldukça Foça'da yapılan kazılara katılır, arkeologlarla sık sık derin sohbetler eder, bilgi alış-verişinde bulunurdu.
"Tamam İbo, geliyorum, epeydir balığa gitmedim. Bekle!" diyerek balıkçı İbrahim ile Küçükdeniz'den açılarak, Siren kayalıklarına doğru yöneldiler...Foça'nın güzelliği denizden bakıldığında daha da etkileyiciydi...Neşe içinde oltalarını Siren kayalıkları civarında denize attılar...Oldukça bereketli bir avdı ona göre. Daha çok mercan ve isparoz tutmuşlardı...Usta, tuttuğu balıkları ,bir kaç kadeh şarap eşiliğinde, atölyesinin önünde kurduğu küçük sofrada dostları ile birlikte yemeyi çok severdi. Güneş ufuk çizgisine yaklaşırken son bir kez daha attılar oltalarını. Bu sonbahar günbatımında, her zaman harika oyunlar sergiler bulutlar buralarda...Siren kayalıklarının esrarlı ve tarihle iç içe geçmiş görkemli görünüşleri ,güneşin bu akşam kızıllığında uzun ve mistik bir hikayeyi anlatıyor gibiydi...Sahile gitme ve balıkları kızartma zamanı gelmekteydi. Usta son oltayı çekerken, ucunda bir ağırlık olduğunu hissetti...sabırsızlıkla onu denizden çıkardı, oldukça yıpranmış, üzerini, deniz canlıları kaplamış bir kantharostu bu!...
Ustayı bu küçük çömleği görünce büyük bir heyecan sardı. Foça'nın binlerce yıllık tarihininin derinliklerinden gelen bu kabın kimbilir nasıl bir hikayesi vardı...İbo "Usta be, koca denizde bula bula bir çömlek mi buldun?. Senin yaptıklarına ne kadar çok benziyor" dedi usta ve devam etti:..: "İbo balıklar bir yana bu kantharos bir yana"...
Akşam uzun uzun çömleği inceledi, gövdesini, kulplarını, ayağını...Bu siyah ve mükemmel rengi nasıl vermişlerdi böyle?. Merakla ve heyecanla bu güzel kabın her yerini inceden inceye araştırdı. Çömleğin alt tarafında gördüğü Yunan alfabesi ile kazınmış yazıları görünce heyecanı iyice arttı. O gece uyku tutmadı kendisini, Ne yazıyordu acaba?, "Sabah ola hayrola" deyip, uykuya daldığında, Foça'nın horozları ötmeye başlamıştı. Kahvaltı bile etmeden, elinde kantharosla kendisini Foça kazıevi'nde buluverdi. Kazı başkanı Ömer bey ve genç arkeologlar Aydın'lı Kadir'le Halil Eskici bir masada kahvaltı ediyorlardı. Birden çömleği uzatarak, "burada ne yazıyor" diyebildi onlara..."Buyrun oturun" dedi Ömer Bey, ondaki telaşeyi görüp, sakinleştirmek isteyerek. Çömlek elden ele dolaşıyordu...Ömer Bey çömleğin büyük tarihi değer taşıdığını, onu müzeye teslim etmesi gerektiğini söyledi ustaya. Usta, "Bir süre sonra teslim ederim hocam, ama şimdilerde kalsın bende, ondan ayrılmak benim için öyle zor ki" dedi. Ustanın duygularını çok iyi anlıyorlardı masadakiler. Usta kabı vermek istemiyordu , gerçi vermeye verirdi ama, hiç değilse onu bir süre saklamak, tekrar tekrar incelemek istiyordu. Tecrübeli rkeologlar biraz sonra ustanın merakını giderdi. Eski Yunanca: "kim.... ...içerse afrodit ...". Bazı harfler, bu asırlar boyu bekleyişin yorgunluğu ile silinmişti çömleğin üzerinden...Ve arkeologlar, yazının devamında, bir yazı daha saptadılar. Harflerin karakterleri, yazının çömleğin yapıldığı tarihten daha sonraki bir tarihte yazılmış olduğununu gösteriyordu. Arkeolog Halil Eskici mırıldanarak okudu yazıyı: "Halina ve Kostas"...
Atölyeyi yeni açmıştı, tasarladığı yeni çömlekleri yapmak üzere, kararlılıkla çamurunu yoğurmaktaydı. Makinelerın her işi becerebildiği bu dönemde o, yılmadan, usanmadan, doğadan elde ettiği çamuru, kendi işleyerek kullanıyor ve adeta teknolojiye meydan okuyordu...Zaman zaman eski çömlekçilerle kendisini özdeşleştirdiği olurdu. Aslında yaptığı çömlekler, antik çömlekler kadar güzeldi. Bu kendisine olan güvenini arttırır, daha da güzellerini yapabileceği inancı ile dolar, bu ona güç verirdi.
Bir gezi teknesi yaklaşmaktaydı sahile...Tekneden gelen şuh kadın kahkahaları sahilde gezen delikanlılıların yüreklerini hoplatmaktaydı...Anlaşılan teknede erkeklerden daha çok kadınlar vardı, ve belki hepsi de kadındı. Dalga dalga gelen müzik sesi, insan seslerine eşlik ediyordu..."sırların acıdan ağlar örerrr"...Bu sonbahar günlerinde, uzamış yazın tadını çıkarmak isteyen tatilcilerin sık yaptığı , sıradan bir olaydı onun için. Belki de birileri gelir bir kaç çömlek satardı...Son günlerde denizden çıkardığı kantharos ile şarap içmeyi adet haline getirmişti. Çamurlu ellerini yıkayıp kanthorasa şarap doldurdu. Tam o sırada, Bir kadının, deniz tarafından atölyeye, kendisine doğru yöneldiğini farketti. Deniz ve gökyüzünden gelen ters ışık yüzünden; gelenleri seçmek zor oluyordu bu dar mekanda. Gördüğü silüeti , sanki bir yerlerden tanıyor gibiydi. Kadın iyice yaklaşıp "Merhaba" dedi gülümseyerek, . Başını sağ yana doğru hafifçe eğmiş, topluca, masmavi gözlü, çok güzel bir kadındı...Sonbaharın serin rüzgarı iri dalgalı siyah saçlarını tarıyor gibiydi. "Merhaba" dedi usta. "Buyrun". Kadın: "Biliyor musunuz, yaşamımda en güzel diyebilecğim zamanlar, seramikle uğraştığım günlerdi diyebilirim. Ne mutlu size, böylesine soylu bir uğraş içindesiniz.". Usta etrafı hayranlıkla izleyen bu kadından etkilendi. "Buyrun oturun, size bir çay demleyeyim"...Kadın: "teşekkür ederim, fazla vaktimiz yok, Bir arkadaş grubuyla Urla'dan Foça'ya gezi düzenledik, onlarla Küçükdeniz meydanında buluşacağız beni merak ederler, az sonra gitmeliyim" ...Kadın bir çömlek beğendi raftan. Usta, onu özenle sardı...Vakit kazanmak ve kadını daha fazla atölyede tutabilmek için ağır ağır hazırlıyordu paketi, zaten istese de hızlı olamazdı, elleri titriyordu. "Size bir şey ikram etmeden bırakamam, lütfen o parayı da cebinize geri koyun, madem ki seramikle uğraşıyorsunuz, yakınsınız çömlekçiliğe, bir yerde meslekdaş sayılırız" diyerek kadını ikna etti..."Eğer, isterseniz, size denizden bulduğum bu çömlek ile bir kadeh şarap ikram edeyim; hiç değilse tadına bakın, beğeneceğinizi umuyorum; tarih, deniz ve toprak kokuyor"dedi ve şarap dolu kantharos'u kadına uzattı...Kadın çekinerek kabı aldı ve koklayarak bir yudum içti, kabı çamur masasına bıraktı. "Teşekkür ederim, gerçekten çok özel bir tadı varmış şarabın" dedi...Usta: "şaraptan değil, bu tarihi çömlekten geliyor o tad". Az sonra, kadının tavırları değişti, boncuk mavisi gözlerini ustanın gözlerinden ayırmaz olmuştu ve her halinden ustanın yanında daha fazla kalmak istediği açıkça belli oluyordu. Kadının ve ustanın içine bir kor düşmüştü. Kadıın içi içine sığmıyordu. Usta"Hanımefendi, bunu tanışma sayalım, sizi tekrar görmek, oturup,sohbet etmek isterdim" dedi. Kadın: "Tavla bilir misiniz?. sizi kızdırmak hoşuma giderdi!" deyince ; ustanın yürek atışları daha da hızlanmıştı. "İşte bambaşka bir kadın, beklediğim kadın bu olsa gerek, emnim ki budur!" diye düşündü. Eğer gerisi de düşündüğü gibi güzel giderse, hayatının değişmez bir parçası olabilirdi daha şimdiden mükemmel olduğuna inandığı bu insan!. Kadın, Foça meydanında kendisini bekleyen arkadaşlarını neredeyse unutacaktı. Toparanarak:."Hoşçakalın görüşmek üzere" deyip ayrıldı. Athena tapınağının yıkıntıları arasından el sallayarak gözden kayboldu. Yalnız kaldıklarında, hem usta, hem kadın birbirilerinden büyülenmişlerdi sanki. Sürekli birbirlerini düşünür olmuşlardı.
Bu birden doğan aşk, ilerleyen zamanlarda pekişti. Kadın ustanın yanına sık sık geliyor, usta onun gelmesini dört gözle bekliyor, birlikte olamadıkları zamanlar saatler geçmek bilmiyordu. Karataş'a mı basmıştı kadın yoksa?. Eski bir efsaneye göre, bu taşa basan Foça'dan ayrılamazdı... Ah o geceler, hain geceler yok muydu?-evde yalnız başına-, o kadar anlamsız ve boşuna geçen zamanlardı ki onunla birlikte yaşanmamış olan zamanlar. Bunun sonunda mutlu bir evlilik görünüyordu, her ikisi de kuracakları yuva için sabırsızlanıyor, başbaşa verip, hayallere dalıyorlardı. Ustada olan bu değişiklikler, çevresindekilerin gözünden kaçmıyordu. Yaşlı annesi, oğlunun bu garip hallerine anlam veremiyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Usta, konu netleşmeden annesine açmaya korkuyordu .
Bir gün, başka bir kadın geldi atölyeye. Usta raflardaki çömleklere doğru uzanırken, kadın masanın üzerinde duran eski çömlekteki şarabı gözüne kestirdi, durgun havada, içeriye çok hoşuna giden bir şarap ve toprak kokusu yayılmıştı. Kokunun kaynağını araştırdı, bu dar mekanda bulması zor olmadı. Masanın üzerinde duran çömlekten geliyordu bu koku. Kendini tutamadı ve birden kanthorosa uzandı ve usta görmeden bir yudum içip sessizce yerine koydu...Usta seçtiği çömleği kadına anlatırken; kadın gözlerini ustanın gözlerinden ayırmıyordu, bedenini şuh tavırlarla ona yaklaştırdı...Ve daha fazla dayanamayıp, şehvetle sarıldı ustaya sonunda. "Ne oluyor hanımefendi" demeye kalmadan, ustayı öpmeye başladı. Sevgilisinin geleceği saat yaklaşmıştı ustanın. İşte, kapıda beliriveren sevgiliden başkası değildi. Manzara korkunçtu. Bir kadın ustaya sarılmış, onu öpüyordu. Bu tablo karşısında hiç bir kadın kayıtsız kalamazdı. Durumu anlamak, anlatmak o kadar zordu ki. Yaşla dolmuş mavi gözlerini ustanın gözlerine dikerek sadece "yazıklar olsun" diyebildi. Usta "nalet olsun" diyordu içinden, konuşamıyordu, neye uğradığını şaşırmış, tutulmuştu. Herşey bir kaç saniye içinde içinde olup bitmişti. Kendisini öpmeye çalışan kadının kollarından sıyrılarak Athena tapınağına doğru koşan sevgilisinin ardından koşmaya başladı...Kolundan yakaladı onu bir iki kere, ama onu durdurmayı başaramadı. Oradan bir an önce uzaklaşmak isteyen sevgilisi, ağlaya ağlaya tapınağın kalıntıları arasında, gözden kayboldu.
Atölyeye geri döndüğünde, kendisini aniden kucaklayıp öpen kadın çoktan gitmişti. Balıkçı İbo gelmiş, köşede oturuyordu. "Usta, ters zamanda geldim galiba" dedi...Usta: "Yok İbrahim, tam zamanında geldin. Teknen hazır mı?" diye sordu..."Senin için teknem her zaman hazırdır ustam" dedi İbrahim...
Hava ne kadar da pusluydu bu gün, ağır ve ürperten bir serinlik vardı etrafta...Rüzgar yağmur topluyordu...Hiç konuşmadan tekneye binip, Siren kayalıklarına doğru açıldılar. Bir iki saat sonra İbo: " kaçsak iyi olacak ustam, hava tekin değil" dedi. Ustanın ağzını bıçak açmıyordu...İbo, yaşça küçüktü ustadan, ona karşı duyduğu derin saygıdan kensine soru soramıyor, teselliye kalkamıyor, sadece, oyalamaya çalışıyordu.
Aynı yerde -sözde- balık avlıyorlardı. Bir iki mercandan başka bir şey tutamadılar. Sessiz bir hüzün rüzgarıdır esiyordu küçük teknenin içinde...Usta, bir beze sardığı, Kantharosu çıkardı. Uzunca bir süre baktı ve onu tam İbo ile bulduğu yerde, Siren kayalıklarının önünde, denize bıraktı.
Enginde bir fok balığı görünüp kayboldu, Afrodite'nn çömleği diplere doğru yalpalayarak inerken, üzerinde kocaman harflerle, "Giritli" yazan bir teknede belli belirsiz samoyotisa şarkısı çalıyor ve Siren kayalıklarında yankılanarak, adeta, artık dibe inip yerleşmiş olan kanthorosa doluyordu sanki:
samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
Hiç Yunanca bilmediği halde, bu şarkının anlamını biliyor, bir yerlerden hatırlıyor gibiydi usta...
Ve Foça'da bir gün daha böylece bitiyordu.
Yavuz Peker
Not: Düzeltilecek.
Adonis'in aklaşmış saçları ve sakalları, kartalı andıran bakışları, çevresinde saygınlık uyandırabilmesi için yeterliydi. Çağdaş düşünen, filozof ruhlu bir adamdı. Sokrates'i çok sever, çevresindekilere, sırası geldiğinde onun yaşamından ve düşüncelerinden söz ederdi.. Fokaia'da onu tanımayan hemen hemen kimse yoktu. Adalara sefere çıkmadığı zamanlarda çıktığı balığa her zaman çıkmaz, şehir agorasında arkadaşlarıyla ve gençlerle uzun sohbetlere dalar, tartışmalara girerdi. Orta boy bir teknesi vardı. Bağ bozumunda toplanan üzüm ve şarapları, adalara taşırdı. Arasıra, daha büyük teknelerden gelen ricaları kıramaz, yüksek ücretler almadan onlara kaptanlık yapardı. Adonis, adaları ve Ege sahillerini, şehir limanlarını, sığınabilecek koyları, tehlikeli kayalıkları iyi bilirdi. Daha çok, uzak denizlerde vartalar atlatmış, ancak yönettiği teknelerden hiç biri batmamıştı. Yaşlı Adonis Kostas'ın anne tarafından akrabası olurdu. Babasının ölümünden sonra, Kostas onun tavırlarını örnek alır, ağzından çıkan her sözden etkilenir , büyük bir saygı duyardı. Küçük yaşta babasını kaybetmişti. Çabuk öğrenen kıvrak bir zekaya sahipti. Adonis yanından hiç ayrılmak istemeyen bu çocuğu benimsemişti. Gittiği seferlerde onu yanına alırdı, Smyrna'daki iç savaşlarda ölmüş olan oğlunun yerine koyardı onu belki de...
Balıkları sepetlere yerleştiriyordu Kostas. İlk bakışta bir ahtapotun bacaklarına benzettiği bir çömlek gördü ayaklarının dibinde, üzerindeki deniz otlarını silerek onu temizledi. Bu, şarap tanrısı Dionysos'un şarap içmek için kullandığı kaptı. Çok usta bir elden çıktığı belliydi. "Ustam, şu kaba bak" diyerek Adonis'e seslendi. Adonis Kostas'ın elindeki kaba bir süre baktı. dönerek "bir kantharos, çok da güzelmiş. Şansımız var bu gün evlat, bu kap senin olsun, onu değerlendirirsin" dedi. Kostas çömleği, özenle kuruladı, bir beze sararak evine götürmek için sabırsızlanıyordu. Annesi, bu gün tuttuğu balıklar ve denizden bulduğu bu güzel kap için çok sevinecekti...
Halina, Kostas'ı çok seviyordu, fakat, onu Agora etrafında bir kızla hararetli bir konuşma içinde gördüğü günden beri, ondan uzak duruyor, konuşma, buluşma, isteklerine cevap bile vermiyordu. Kostas'ın hiç bir girişimi sonuç vermiyordu. Agoradaki güzel kız, Fokaia'da ki Kostas'ı beğenen kızlardan biriydi. O gün balık alma bahanesiyle ona yanaşmış, ama yine bir netice alamamıştı. Bunu Halina'ya anlatabilmek fırsatını bile yakalayamıyordu Kostas...
Annesi, oğlunu elindeki balık dolu sepetle, kapının önünde görünce çok sevindi, ama Kostas'ın elindeki bezi açıp içindeki Kantharosu görünce şaşırdı. "Kaç para verdin buna yine" diye sordu. "Anne ağlara takıldı, kayalılarda balık avlarken" dedi Kostas. Annesi buruk bir gülümsemeyle kantharosu aldı, inceleyip tekrar oğluna geri verdi. Kostas, arasıra şarabın ölçüsünü kaçırır ve o zaman Halina'yı sayıklayarak ağlardı. Annesi oğlunun bu hüznüne dayanamaz ve şarabı sıkça içmesini istemez, ama ona bunu söylemezdi. Adonis'in öğrettiği şarap içme usullerinin oğlu üzerindeki etkisi açıkça belli oluyordu...Bu güzel Halina ne de inatçıydı, bir kaç kez annesi ile konuşmayı denemiş, o da fayda etmemişti.
Gece çöküyordu, annesi taze balıklarla, bahçeden ve çevreden ve topladğı otlarla güzel bir sofra hazırlamıştı. Kostas bu gün bulduğu Kantharosla şarap içmek için sabırsızlanıyordu. İlk yudumları aldığında, kantharostan doğru gelen deniz ve toprak kokusunu farketti. Daha bir duygu doldu...Halina yine basmıştı benliğini, O'nun unutamadığı hayali, aşkıyla doluydu. Bu dayanılmaz ayrılığın hiç bir günü, hiç bir saati geçmek bilmiyor, güzel Halina bir an bile çıkmıyordu aklından...Onunla geçirdiği güzel zamanlar gözünün önüne geliyor, deniz kenarında kendisine:"Al bu taşı sakla, aşkımızın şahidi olsun" dediği küçük taşı, annesine diktirdiği küçük bir kesenin içinde özenle taşıyor, hiç yanından ayırmıyor, geceleri odasına çekildiğinde onu çıkarıp, avuçlarına alıyor, sabah uyandığında elinde buluyor, tekrar küçük keseye koyup saklıyordu. Dudaklarından belli belirsiz bir ada şarkısı dökülüyordu:
"samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
(sisamlı kız, sisamlı kız
ne zaman gideceksin sisama
güller dökecegim sahile sisamlı kız
gül yaprakları kumun üzerine
kayikla nereye gidersen
oraya altın yelkenler koyacağım
altına bulanmış kürekler sisamlı kız
göndereceğim seni almak için)...
Kesik kesik mırıldandıkça şarkıyı, gözlerinden yaşlar süzülüyordu...Annesi onun çektiği acıyı görüyor, anlamaya çalışıyor, elinden bir şey gelmediği için, onu düştüğü bu durumdan kurtarmak istiyordu. Bir fırsatını bulup şarabı sofradan kaldırdı...Oğlu göz göre göre tükeniyordu. Halina'dan çok daha güzel kızlar göstermişti ona, ama o Halina diyor, başka bir kızın adını bile duymak istemiyordu...Ne vardı bu kızda fazladan? Mavi gözleri mi?..Dalgalı sarı saçları mı?...Gülmesi, oturması kalkması m?...Ne, ne?. Kestiremiyordu kadıncağız, oğlunun günün birinde bu kızı unutacağını umuyor, sabrediyordu. Yapabileceğine inandığı bir şey de yoktu zaten...
Kostas artık boşalmış olan kabı ellerinde okşuyordu. Ufak çizikler oluşmuştu kabın üzerinde...altını çevirdi...Belli belirsiz bir yazı gözüne çarptı..."Her kim, bu kaptan içerse..."...Gerisi silikti, okunamıyordu.Biraz daha ileride bir yazı daha gördü...Afrodite...Silik kısımda ne yazabileceğini çıkarmaya çalıştı...Yok; olmuyordu...Bu kapta belki de bir sır, bir tılsım gizliydi...Annesinin ısrarlarına rağmen, tapınağa pek gitmezdi...Dünyayı insanlara benzeyen bir dolu tanrının idare ettiğine inanamıyordu bir türlü. Onun hatırı kırılmasın diye ancak bazı önemli günlerde Küçükdeniz'deki Athena tapınağını ziyaret ederdi...Bu yazılar onu silik bir umutla, mistik bir dünyaya sürükledi. Kimbilir, belki de Halina'sına kavuşmanın sırrını gizliyordu bu kap...Tükenen umutları,tekrar canlandı. Aklına kendince parlak bir fikir geldi...Kendisi bu kaptan içmişti...Ama ya Halina da içerse?...Yok, olmazdı, önce Afrodite yazısının taşıdığı bir anlam olmalı; onu çözmeden olmaz diye düşündü.
Adonis" Haydi bre Kostas, gün yarı oldu, ne zaman gideceğiz balığa, hazırlan in aşağı"...Diye sesleniyordu evin önünde. Kostas "Ustam ben bu gün gelmeyeyim, başım çok ağrıyor".diye cevapladı...Adonis avludan ağları alarak kapıdan çıktı. Kostas, akşam gerçekten uyuyamamış, sabaha karşı ancak dalabilmiş, ama sabah çömleğin getirdiği umudun müjdesi ile erkenden uyanmıştı...Bu kaba şarap doldurup tapınağa götürecek, Afrodite'e yakaracak, ertesi gün, bir gece beklemiş olan şarabı içecek, sonra da Halina'yı bir punduna getirip, ona içirecekti...Ama önce eğer varsa, çömleğin etkilerini başka bir kız üzerinde denemeliydi. Kendisine ahlaki gelmese de, bunu denemek gerekliydi. Ne olur ne olmazdı. Düşündüklerini yaptı. Afrodite'e yakardı...Ve şarap dolu kabı tapınaktaki bir taş kovuğuna bıraktı. Ertesi gün gidip, bıraktığı şarap dolu çömleğini aldı ve içindeki şarabı içti...
"Hey Deka!"...Deka komşu kızıydı...Çocukluktan beri beraber büyümüşler, kardeşten farksız iki yetişkin genç olmuşlardı. Deka" Hayırdır Kostas, Halina'dan haber mi var, nedir bu telaşen?"...Kostas::" bak dün denizden ne buldum". Deka merakla kapıdan içeri girdi ve Kostas'ın ısrarlı isteği ile kantharos içinde sunduğu şaraptan bir yudum içti..."Çok güzel bir kap" dedi Deka..."Bu kapla, şarabın lezzeti daha da güzelleşiyor "...
Kapıya doğru giderken birden dönüp, Kostas'ın boynuna sarıldı ve onu öptü. Kostas büyük bir şaşkınlıkla: "Deka ne yapıyorsun; dur, biz kardeşiz" deme fırsatını zor yakaladı. Deka bir anda değişmiş, Kostas'a sevgi ve şehvet dolu gözlerle bakan şuh bir kız olmuştu. Kostas, diğer odada bulunan annesinin yanına attı kendisini...Deka da onun ardından geldi, ama annesinin yanında fazla ileri gidemedi...
Kostas, "tamam oldu bu iş, Halina benim olacak sonunda" diye sevinmeye başladı...Ne yapıp edip Halina'nın bu çömlekten bir yudum da olsa şarap içmesini sağlamalıydı.
Aklına gelen aracı, Adonis'in aksi karısıydı. Halina'nın annesinin çocukluk arkadaşıydı bu kadın. Bir iki kez Kostas konusunda Halina ile konuşmuş, ama onu ikna edememişti, . O yüzden böyle bir birlikteliğin olabileceğine inanmamaktaydı...Kadın da Adonis gibi Kostas'ı oğlu gibi sevmekteydi, aksi bir yapıda olmasına rağmen, Kosta'sı kıramadı ve bir bahane ile şarabı Halina'nın içmesini sağladı...
Halina şarabı içer içmez değişti, Kostas'ı karşı konulmaz bir arzu ile kollarınna almak istiyordu. Hızla Kostas'a gitti ve kendini ona teslim etti...Karnında Kostas'ın çocuğunu taşıyacaktı artık. Kostas, olanları hayretle ve sevinçle izleyerek Halina'yı elde etmenin büyüsünü taşıyan bu kaba hayran olmuştu. Bu mucizeyi gerçekleştiren, bu kantharostur, Afrodite'dir, ettiği duadır...Dionisos bu kabı Afrodite mi hediye etmişti acaba? diye düşündü. Mistik ilgiler kurmak konusunda yeterli değildi. Bu küçük çömleğin mucizesi onu dini ve mistik değerlere bağladı, Annesi, oğlunda gördüğü bu olumlu değişmelere seviniyor, ama ona belli etmiyordu. Tapınaktan çıkmaz olmuştu. Annesine, çömleğin tılsımından bahsetmeden müjdeyi verdi ve evlilik hazırlıklarına başladılar..
Bir hafta sonra komşu kızı Deka kapıya dayandı. "Kostas, Allah'ın cezası, sen bana ne yaptın böyle, aklım yeni başıma geliyor"...Kostas, Deka'nın bu öfke dolu sözleri karşısında şaşırdı. Büyü bozulmuştur!...Eyvah, ya, Halina da Deka gibi tekrar vargeçerse ondan ve de aşkından?. Ne olacaktı sonra?.
Adonis'in karısı, Halina'ya Deka'nın içtiği tarihten bir hafta sonra içirmiştir şarabı. O halde bir hafta süresi daha vardı Kostas'ın...Belki de bu süre içinde Halina'yı büyünün etkisi geçse bile ikna edebilirdi... Düşündüğü gibi yaptı, ona tuttuğu en güzel balıkları getirdi, değişik hediyeler aldı, Sardes'ten güzel bir altın kolye getirtti...Halina halinden memnun görünmekteydi. Bir hafta sonra kararlaştırdıkları zamanda geldi Halina. "Kostas, ben senin için yanlış seçimdim, beni affet, seninle olmayacak!"...Kostas'ın dünyası başına yıkııldı o anda...O gece hiç içmediği kadar şarap içti. Gözyaşlarına boğuldu. Adonis'in zor durumlarda ne yapılması gerektiği knusundaki öğütleri aklına bile gelmiyordu.
Ertesi gün balığa çıktılar. Adonis: "Dikkat et, evlat, sandalı fazla yaklaştırma kayalıklara"... Kostas, sandalı kabı bulduğu yere yere doğru yaklaştırdı ve Kanthorosu Ege'nin derin sularına bıraktı...
Usta, küçük atölyesinde, dün tornasında çektiği çömlekleri işlemektedir...belediye, konferansa gelen misafirler için, Foça ve siren kayalıkları temaları işlenmiş çömlekler sipariş vermiştir kendisine. Özenle son parti çömleği hazırlamaktadır...
Etrafında dolaşan kadınlar, Ustanın gönlünü çalabilmek için olmadık oyunlar oynuyorlardı. Ama o her nedense, gönlünü teslim etmemekte direnmekteydi. Hoşuna giden kadınlardan bile birini seçememekte, bambaşka özellikte bir kadın beklemekteydi belki de..Bu bekleyişin artık sona ermesi gerekiyordu, zaman hızla ilerlemekte, yaş kemale ermekteydi. Saçları sakalları ağarmış, çevresinde kendisine sevgi ve saygı duyan bir grup oluşmuştu...
"Ustam, hadi gel, bu gün çalışma, balığa gidiyoruz" diye seslendi İbo...Çömlekçi, siparişleri hazırlayıp kolilerin içine yerleştirdi. Atölyesi eski Athena tapınağının yanıbaşında, Küçükdeniz'in kıyısındaydı...Her gün Foça koyu'nun ortasındaki dubaya kadar yüzüp gelmeyi adet edinmişti. Balıkçı ve denizci dostları da onu yalnız bırakmaz; fırsat bulduklarında onunla birlikte denize açılırlardı...Ustanın sohbeti dostları ve denizciler için büyük bir ders ve moral kaynağı olurdu. Usta epeydir denize açılmamış, denizin kokusunu, orada duyduğu doyumsuz heyecanı özlemişti. "Siren kayalıklarını özledim doğrusu" diye düşündü. Belki bir iki fok balığı bile görürdü.
Foça çömlekçisi arkeoloji ve çömlek tarihi ile yakından ilgiliydi. İstanbul'da felsefe öğrenimi görmüş, ama kendisini çömlekçiliğin içinde bulmuş, yazılar, şiirler yazan, duygusal yapıda bir adamdı. Tipik bir 68 liydi..., Anadolu çömlekçiliği ışığında yeni kaplar üretmeye çalışmaktaydı. Zaman buldukça Foça'da yapılan kazılara katılır, arkeologlarla sık sık derin sohbetler eder, bilgi alış-verişinde bulunurdu.
"Tamam İbo, geliyorum, epeydir balığa gitmedim. Bekle!" diyerek balıkçı İbrahim ile Küçükdeniz'den açılarak, Siren kayalıklarına doğru yöneldiler...Foça'nın güzelliği denizden bakıldığında daha da etkileyiciydi...Neşe içinde oltalarını Siren kayalıkları civarında denize attılar...Oldukça bereketli bir avdı ona göre. Daha çok mercan ve isparoz tutmuşlardı...Usta, tuttuğu balıkları ,bir kaç kadeh şarap eşiliğinde, atölyesinin önünde kurduğu küçük sofrada dostları ile birlikte yemeyi çok severdi. Güneş ufuk çizgisine yaklaşırken son bir kez daha attılar oltalarını. Bu sonbahar günbatımında, her zaman harika oyunlar sergiler bulutlar buralarda...Siren kayalıklarının esrarlı ve tarihle iç içe geçmiş görkemli görünüşleri ,güneşin bu akşam kızıllığında uzun ve mistik bir hikayeyi anlatıyor gibiydi...Sahile gitme ve balıkları kızartma zamanı gelmekteydi. Usta son oltayı çekerken, ucunda bir ağırlık olduğunu hissetti...sabırsızlıkla onu denizden çıkardı, oldukça yıpranmış, üzerini, deniz canlıları kaplamış bir kantharostu bu!...
Ustayı bu küçük çömleği görünce büyük bir heyecan sardı. Foça'nın binlerce yıllık tarihininin derinliklerinden gelen bu kabın kimbilir nasıl bir hikayesi vardı...İbo "Usta be, koca denizde bula bula bir çömlek mi buldun?. Senin yaptıklarına ne kadar çok benziyor" dedi usta ve devam etti:..: "İbo balıklar bir yana bu kantharos bir yana"...
Akşam uzun uzun çömleği inceledi, gövdesini, kulplarını, ayağını...Bu siyah ve mükemmel rengi nasıl vermişlerdi böyle?. Merakla ve heyecanla bu güzel kabın her yerini inceden inceye araştırdı. Çömleğin alt tarafında gördüğü Yunan alfabesi ile kazınmış yazıları görünce heyecanı iyice arttı. O gece uyku tutmadı kendisini, Ne yazıyordu acaba?, "Sabah ola hayrola" deyip, uykuya daldığında, Foça'nın horozları ötmeye başlamıştı. Kahvaltı bile etmeden, elinde kantharosla kendisini Foça kazıevi'nde buluverdi. Kazı başkanı Ömer bey ve genç arkeologlar Aydın'lı Kadir'le Halil Eskici bir masada kahvaltı ediyorlardı. Birden çömleği uzatarak, "burada ne yazıyor" diyebildi onlara..."Buyrun oturun" dedi Ömer Bey, ondaki telaşeyi görüp, sakinleştirmek isteyerek. Çömlek elden ele dolaşıyordu...Ömer Bey çömleğin büyük tarihi değer taşıdığını, onu müzeye teslim etmesi gerektiğini söyledi ustaya. Usta, "Bir süre sonra teslim ederim hocam, ama şimdilerde kalsın bende, ondan ayrılmak benim için öyle zor ki" dedi. Ustanın duygularını çok iyi anlıyorlardı masadakiler. Usta kabı vermek istemiyordu , gerçi vermeye verirdi ama, hiç değilse onu bir süre saklamak, tekrar tekrar incelemek istiyordu. Tecrübeli rkeologlar biraz sonra ustanın merakını giderdi. Eski Yunanca: "kim.... ...içerse afrodit ...". Bazı harfler, bu asırlar boyu bekleyişin yorgunluğu ile silinmişti çömleğin üzerinden...Ve arkeologlar, yazının devamında, bir yazı daha saptadılar. Harflerin karakterleri, yazının çömleğin yapıldığı tarihten daha sonraki bir tarihte yazılmış olduğununu gösteriyordu. Arkeolog Halil Eskici mırıldanarak okudu yazıyı: "Halina ve Kostas"...
Atölyeyi yeni açmıştı, tasarladığı yeni çömlekleri yapmak üzere, kararlılıkla çamurunu yoğurmaktaydı. Makinelerın her işi becerebildiği bu dönemde o, yılmadan, usanmadan, doğadan elde ettiği çamuru, kendi işleyerek kullanıyor ve adeta teknolojiye meydan okuyordu...Zaman zaman eski çömlekçilerle kendisini özdeşleştirdiği olurdu. Aslında yaptığı çömlekler, antik çömlekler kadar güzeldi. Bu kendisine olan güvenini arttırır, daha da güzellerini yapabileceği inancı ile dolar, bu ona güç verirdi.
Bir gezi teknesi yaklaşmaktaydı sahile...Tekneden gelen şuh kadın kahkahaları sahilde gezen delikanlılıların yüreklerini hoplatmaktaydı...Anlaşılan teknede erkeklerden daha çok kadınlar vardı, ve belki hepsi de kadındı. Dalga dalga gelen müzik sesi, insan seslerine eşlik ediyordu..."sırların acıdan ağlar örerrr"...Bu sonbahar günlerinde, uzamış yazın tadını çıkarmak isteyen tatilcilerin sık yaptığı , sıradan bir olaydı onun için. Belki de birileri gelir bir kaç çömlek satardı...Son günlerde denizden çıkardığı kantharos ile şarap içmeyi adet haline getirmişti. Çamurlu ellerini yıkayıp kanthorasa şarap doldurdu. Tam o sırada, Bir kadının, deniz tarafından atölyeye, kendisine doğru yöneldiğini farketti. Deniz ve gökyüzünden gelen ters ışık yüzünden; gelenleri seçmek zor oluyordu bu dar mekanda. Gördüğü silüeti , sanki bir yerlerden tanıyor gibiydi. Kadın iyice yaklaşıp "Merhaba" dedi gülümseyerek, . Başını sağ yana doğru hafifçe eğmiş, topluca, masmavi gözlü, çok güzel bir kadındı...Sonbaharın serin rüzgarı iri dalgalı siyah saçlarını tarıyor gibiydi. "Merhaba" dedi usta. "Buyrun". Kadın: "Biliyor musunuz, yaşamımda en güzel diyebilecğim zamanlar, seramikle uğraştığım günlerdi diyebilirim. Ne mutlu size, böylesine soylu bir uğraş içindesiniz.". Usta etrafı hayranlıkla izleyen bu kadından etkilendi. "Buyrun oturun, size bir çay demleyeyim"...Kadın: "teşekkür ederim, fazla vaktimiz yok, Bir arkadaş grubuyla Urla'dan Foça'ya gezi düzenledik, onlarla Küçükdeniz meydanında buluşacağız beni merak ederler, az sonra gitmeliyim" ...Kadın bir çömlek beğendi raftan. Usta, onu özenle sardı...Vakit kazanmak ve kadını daha fazla atölyede tutabilmek için ağır ağır hazırlıyordu paketi, zaten istese de hızlı olamazdı, elleri titriyordu. "Size bir şey ikram etmeden bırakamam, lütfen o parayı da cebinize geri koyun, madem ki seramikle uğraşıyorsunuz, yakınsınız çömlekçiliğe, bir yerde meslekdaş sayılırız" diyerek kadını ikna etti..."Eğer, isterseniz, size denizden bulduğum bu çömlek ile bir kadeh şarap ikram edeyim; hiç değilse tadına bakın, beğeneceğinizi umuyorum; tarih, deniz ve toprak kokuyor"dedi ve şarap dolu kantharos'u kadına uzattı...Kadın çekinerek kabı aldı ve koklayarak bir yudum içti, kabı çamur masasına bıraktı. "Teşekkür ederim, gerçekten çok özel bir tadı varmış şarabın" dedi...Usta: "şaraptan değil, bu tarihi çömlekten geliyor o tad". Az sonra, kadının tavırları değişti, boncuk mavisi gözlerini ustanın gözlerinden ayırmaz olmuştu ve her halinden ustanın yanında daha fazla kalmak istediği açıkça belli oluyordu. Kadının ve ustanın içine bir kor düşmüştü. Kadıın içi içine sığmıyordu. Usta"Hanımefendi, bunu tanışma sayalım, sizi tekrar görmek, oturup,sohbet etmek isterdim" dedi. Kadın: "Tavla bilir misiniz?. sizi kızdırmak hoşuma giderdi!" deyince ; ustanın yürek atışları daha da hızlanmıştı. "İşte bambaşka bir kadın, beklediğim kadın bu olsa gerek, emnim ki budur!" diye düşündü. Eğer gerisi de düşündüğü gibi güzel giderse, hayatının değişmez bir parçası olabilirdi daha şimdiden mükemmel olduğuna inandığı bu insan!. Kadın, Foça meydanında kendisini bekleyen arkadaşlarını neredeyse unutacaktı. Toparanarak:."Hoşçakalın görüşmek üzere" deyip ayrıldı. Athena tapınağının yıkıntıları arasından el sallayarak gözden kayboldu. Yalnız kaldıklarında, hem usta, hem kadın birbirilerinden büyülenmişlerdi sanki. Sürekli birbirlerini düşünür olmuşlardı.
Bu birden doğan aşk, ilerleyen zamanlarda pekişti. Kadın ustanın yanına sık sık geliyor, usta onun gelmesini dört gözle bekliyor, birlikte olamadıkları zamanlar saatler geçmek bilmiyordu. Karataş'a mı basmıştı kadın yoksa?. Eski bir efsaneye göre, bu taşa basan Foça'dan ayrılamazdı... Ah o geceler, hain geceler yok muydu?-evde yalnız başına-, o kadar anlamsız ve boşuna geçen zamanlardı ki onunla birlikte yaşanmamış olan zamanlar. Bunun sonunda mutlu bir evlilik görünüyordu, her ikisi de kuracakları yuva için sabırsızlanıyor, başbaşa verip, hayallere dalıyorlardı. Ustada olan bu değişiklikler, çevresindekilerin gözünden kaçmıyordu. Yaşlı annesi, oğlunun bu garip hallerine anlam veremiyor, neler olduğunu anlamaya çalışıyordu. Usta, konu netleşmeden annesine açmaya korkuyordu .
Bir gün, başka bir kadın geldi atölyeye. Usta raflardaki çömleklere doğru uzanırken, kadın masanın üzerinde duran eski çömlekteki şarabı gözüne kestirdi, durgun havada, içeriye çok hoşuna giden bir şarap ve toprak kokusu yayılmıştı. Kokunun kaynağını araştırdı, bu dar mekanda bulması zor olmadı. Masanın üzerinde duran çömlekten geliyordu bu koku. Kendini tutamadı ve birden kanthorosa uzandı ve usta görmeden bir yudum içip sessizce yerine koydu...Usta seçtiği çömleği kadına anlatırken; kadın gözlerini ustanın gözlerinden ayırmıyordu, bedenini şuh tavırlarla ona yaklaştırdı...Ve daha fazla dayanamayıp, şehvetle sarıldı ustaya sonunda. "Ne oluyor hanımefendi" demeye kalmadan, ustayı öpmeye başladı. Sevgilisinin geleceği saat yaklaşmıştı ustanın. İşte, kapıda beliriveren sevgiliden başkası değildi. Manzara korkunçtu. Bir kadın ustaya sarılmış, onu öpüyordu. Bu tablo karşısında hiç bir kadın kayıtsız kalamazdı. Durumu anlamak, anlatmak o kadar zordu ki. Yaşla dolmuş mavi gözlerini ustanın gözlerine dikerek sadece "yazıklar olsun" diyebildi. Usta "nalet olsun" diyordu içinden, konuşamıyordu, neye uğradığını şaşırmış, tutulmuştu. Herşey bir kaç saniye içinde içinde olup bitmişti. Kendisini öpmeye çalışan kadının kollarından sıyrılarak Athena tapınağına doğru koşan sevgilisinin ardından koşmaya başladı...Kolundan yakaladı onu bir iki kere, ama onu durdurmayı başaramadı. Oradan bir an önce uzaklaşmak isteyen sevgilisi, ağlaya ağlaya tapınağın kalıntıları arasında, gözden kayboldu.
Atölyeye geri döndüğünde, kendisini aniden kucaklayıp öpen kadın çoktan gitmişti. Balıkçı İbo gelmiş, köşede oturuyordu. "Usta, ters zamanda geldim galiba" dedi...Usta: "Yok İbrahim, tam zamanında geldin. Teknen hazır mı?" diye sordu..."Senin için teknem her zaman hazırdır ustam" dedi İbrahim...
Hava ne kadar da pusluydu bu gün, ağır ve ürperten bir serinlik vardı etrafta...Rüzgar yağmur topluyordu...Hiç konuşmadan tekneye binip, Siren kayalıklarına doğru açıldılar. Bir iki saat sonra İbo: " kaçsak iyi olacak ustam, hava tekin değil" dedi. Ustanın ağzını bıçak açmıyordu...İbo, yaşça küçüktü ustadan, ona karşı duyduğu derin saygıdan kensine soru soramıyor, teselliye kalkamıyor, sadece, oyalamaya çalışıyordu.
Aynı yerde -sözde- balık avlıyorlardı. Bir iki mercandan başka bir şey tutamadılar. Sessiz bir hüzün rüzgarıdır esiyordu küçük teknenin içinde...Usta, bir beze sardığı, Kantharosu çıkardı. Uzunca bir süre baktı ve onu tam İbo ile bulduğu yerde, Siren kayalıklarının önünde, denize bıraktı.
Enginde bir fok balığı görünüp kayboldu, Afrodite'nn çömleği diplere doğru yalpalayarak inerken, üzerinde kocaman harflerle, "Giritli" yazan bir teknede belli belirsiz samoyotisa şarkısı çalıyor ve Siren kayalıklarında yankılanarak, adeta, artık dibe inip yerleşmiş olan kanthorosa doluyordu sanki:
samoyotisa,samoyotisa..
pote tha pas sti samo?
roda tha rikso sto yalo,
samyotisa, triandafilla stin ammo..."
Hiç Yunanca bilmediği halde, bu şarkının anlamını biliyor, bir yerlerden hatırlıyor gibiydi usta...
Ve Foça'da bir gün daha böylece bitiyordu.
Yavuz Peker
Not: Düzeltilecek.
Kantharos sadpotter |
16 Aralık 2012 Pazar
Akşamın olduğu yerde bekle diyorsun, gelmiyorsun
13 Aralık 2012 Perşembe
Bu mahzun bakışla,bu bükük boyun, Açtığın yaradan, kaldı hatıra...
Bu mahzun bakışla,bu bükük boyun,
Açtığın yaradan, kaldı hatıra
Gün gelir seni de üzer bu oyun,
Sen de içlenirsin, gelir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Bu dümdüz sandığın, yollar bak yarın
Taş diken kesilir, gençliğin, baharın
Nerde o busemle tutuştukların
Yüreğin o tadla erir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Mahmut Nedim Şahidoğlu
Açtığın yaradan, kaldı hatıra
Gün gelir seni de üzer bu oyun,
Sen de içlenirsin, gelir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Bu dümdüz sandığın, yollar bak yarın
Taş diken kesilir, gençliğin, baharın
Nerde o busemle tutuştukların
Yüreğin o tadla erir bir sıra
Yere basamazsın, gölgem var diye
Yalvarır durursun, beni sar diye
Adım atamazsın dünya dar diye
Gönlün seni bana, verir bir sıra
Mahmut Nedim Şahidoğlu
sadpotter |
12 Aralık 2012 Çarşamba
6 Aralık 2012 Perşembe
Utanmak...
Haklı -haksız mutlaka bir neden bulacaklardır kendilerine göre ve asla utanmıyacaklardır o sevildiğini bilen kişiler. Hiç bir şey olmamış gibi yaşamlarına devam edeceklerdir. Haklı nedenlere bir şey söylemek zor tabi, ama; o nedenleri öğrenmeden, niyetleri bilmeden, konuşma ve savunma fırsatı vermeden, kendilerince keyfi yargısız infazlara bulunanlara ne demeli...
Pişmemiş Kantharos sadpotter |
3 Aralık 2012 Pazartesi
1 Aralık 2012 Cumartesi
'Tanrı bir çömlek ustasıdır ve biz insanlar onun kiliyiz. Onun tornası sürekli döner ve bizleri istediği gibi şekillendirir. Kimimizi testi, kimimizi çömlek, kimimizi saksı, kimimizi lamba şeklinde yaratır. Bazılarımız su, bazılarımız şarap, bazılarımız süt veya bal, bazılarımızsa ışık taşırlar. Kırılırsak O buna aldırmaz ve geri dönüp bize bakmadan yeni kaplar yapmaya devam eder." Nikos Kazancakis
26 Kasım 2012 Pazartesi
Sen de git,sen de unut
Sen de Git, Sen de Unut; kimler unutmadı ki ile ionianstar
sen de git, sevme unut. kimler unutmadı ki...
sevgilim canım deyip kimler aldatmadı ki...
şu perişan kalbimi kimler ağlatmadı ki...
sen de git... sevme unut... kimler unutmadı ki
söyle kaç zalim beni bırakıp kaçmadı ki?
söyle kaç zalim beni ateşe atmadı ki?
şu perişan kalbimi kimler ağlatmadı ki...
sen de git... sevme unut... kimler unutmadı ki...
sorma git, sevmem artık senden başka sevgili.
inanmam yalan söze, dinlemem hiç kimseyi.
meğer bu aşk oyunu kimi aldatmadı ki,
sen de git... sevme unut... kimler unutmadı ki
söyle kaç zalim beni bırakıp kaçmadı ki?
söyle kaç zalim beni ateşe atmadı ki?
şu perişan kalbimi kimler ağlatmadı ki...
sen de git... sevme unut... kimler unutmadı ki...
Güfte: İlkan San
Beste: Rıfat Şanlıel
Makam: Hüzzam
Bir şarkının, müziğin, bam telimize basması için; sözlerinin illa çok hesaplı, kurallı olması falan gerekmiyor, hüzzamın büyüsü mü, udun ve sesin ahengi mi; ya da yaşanmışlıkların, yaşanacakların yükleri mi; koca bir kültürün ayak izleri mi, bu başka bir şey.
25 Kasım 2012 Pazar
HATIRA
HATIRA
Geçsin günler haftalar
Aylar mevsimler yıllar
Zaman sanki bir rüzgar
Ve bir su gibi aksın
Sen gözlerimde bir renk
Kulaklarımda bir ses
Ve içimde bir nefes
Olarak kalacaksın
Ömrüm sensiz geçse de
Aşkın gönlümde kalsın
Gülen gözlerin binbir
Teselli ile baksın
Makam:Rast
Beste:Erol Sayan
Güfte:Enis Behiç Koryürek
20 Kasım 2012 Salı
Merhaba
....
25 Eylül 2008, 19:02
Merhaba...
sadpotter
22 Eylül 2008, 15:33
Merhaba....
Benden sana zarar gelmez' demekmiş "merhaba"...Öyle mi dersiniz?...
25 Eylül 2008, 19:02
Merhaba...
sadpotter
22 Eylül 2008, 15:33
Merhaba....
Benden sana zarar gelmez' demekmiş "merhaba"...Öyle mi dersiniz?...
16 Kasım 2012 Cuma
KARAOVA DÜĞÜNÜ
İstanbul bilir misin?
Yok yahu?
Helal be sana zurnacı,..
Vurun o zaman;hadi;…
Karakolda ayna var…
Kalk da oyna …
Ağırca,
Yavaşça,
kadınlar da dizilmişler sandalye sandalye bak,
Ana gibi, bacı gibi...
İyi oynamazsın da sen,
ne kadar güzeldi bu sefer neden?
Neden...Sevdiğin…aklına mı düştü!...
Ne kadar oldu ayrı düşeli…
Aklına düşeli...
Çıkmadı ki, hiç gavur,
Düğüne yalnız geldin…
hadi çek bakalım…
Yok yahu?
Helal be sana zurnacı,..
Vurun o zaman;hadi;…
Karakolda ayna var…
Kalk da oyna …
Ağırca,
Yavaşça,
kadınlar da dizilmişler sandalye sandalye bak,
Ana gibi, bacı gibi...
İyi oynamazsın da sen,
ne kadar güzeldi bu sefer neden?
Neden...Sevdiğin…aklına mı düştü!...
Ne kadar oldu ayrı düşeli…
Aklına düşeli...
Çıkmadı ki, hiç gavur,
Düğüne yalnız geldin…
hadi çek bakalım…
Geceler…yıldızsız, sessiz, kapkara geceler
Yalnız kaldın…hasret üzerine hasret dizdin …
Bir dakika,bir gün, bir ay, bir yıl,
Dört yıllık hasret ki…
Bu soğuk gecede….sımsıcak duy onu….
sana sarılsın….ben de unutmadım desin…
Seni sevmesem şimdi yanında Olur muydum,
durur muydum ? desin.
Zurna sessizliği böyle mi deler Karaova düğününde?
İşte böyle deler.
Uzanıversin yankılana yankılana
Yürek kavuran bu sesler
taa Gavur İzmir'ime,
Urla'ya,
Çiğli'ye…
Helal be sana davulcu,
Zeybeklerin hepsini,
Dibekderesi'nin en iyisi,
Öt be güzel zurna,
Kavruk yürekleri iyice yaka yaka,
Üfle bir Sürmeli,
Yalnız kaldın…hasret üzerine hasret dizdin …
Bir dakika,bir gün, bir ay, bir yıl,
Dört yıllık hasret ki…
Bu soğuk gecede….sımsıcak duy onu….
sana sarılsın….ben de unutmadım desin…
Seni sevmesem şimdi yanında Olur muydum,
durur muydum ? desin.
Zurna sessizliği böyle mi deler Karaova düğününde?
İşte böyle deler.
Uzanıversin yankılana yankılana
Yürek kavuran bu sesler
taa Gavur İzmir'ime,
Urla'ya,
Çiğli'ye…
Helal be sana davulcu,
Zeybeklerin hepsini,
Dibekderesi'nin en iyisi,
Öt be güzel zurna,
Kavruk yürekleri iyice yaka yaka,
Üfle bir Sürmeli,
Dibekderesi'nin en iyisi,
Sevdiğimin yok ayak izi
Bardaktaki acı süt kadar
İstanbul bilir misin?
Vur o zaman;hadi;…..
Sevdiğimin yok ayak izi
Bardaktaki acı süt kadar
İstanbul bilir misin?
Vur o zaman;hadi;…..
Karakolda ayna var…
Yavuz Peker
Sürmelim - kadınlar zeybeği - Dursun Külahlı
Yavuz Peker
Sürmelim - kadınlar zeybeği - Dursun Külahlı
15 Kasım 2012 Perşembe
Ben seni unutmak için sevmedim...
Ben seni unutmak için sevmedim
Gülmen ayrılık demekmiş bilmedim
Bekledim sabah akşam yollarını
Ölmek istedim, bir türlü ölmedim
Aşk bu mu, sevda bu mu, hayât bu mu
Kalp acı, dünya hüzün, göz yaş dolu
Şimdi sen kimbilir nerelerdesin
Gelir gecelerden koşarak sesin
Bana en acı haber kiminlesin
Adını içimden hâlâ silmedim
Aşk bu mu, sevda bu mu, hayât bu mu
Kalp acı, dünya hüzün, göz yaş dolu
Beste : Âmir Ateş
Güfte : İlham Behlül Pektaş
Makâm : Segâh
Usûl : Değişmeli (Semâî - Düyek)
"Zaman her şeyin ilacıdır" deyimi sadece kuru bir avuntudur...
Urla - Boş sahil sadpotter |
14 Kasım 2012 Çarşamba
Biraz kül biraz duman, o benim işte...
Biraz kül biraz duman, o benim işte
Kerem misali yanan, o benim işte
İnanma gözlerine ben ben değilim
Beni sevdiğin zaman o benim işte
söz: Ümit Yaşar Oğuzcan,
Beste: Avni Anıl
Ümit Yaşar Bey ile İstanbul'da işlettiği sanat galesinde tanışmış, kısa bir söyleşimiz olmuştu... ...Kısa ama durumu güzel özetleyen şiir, Avni Anıl'ın bestesinde hayat bulmuş...Gel de efkarlanma...
Çömlek - Foça sadpotter |
10 Kasım 2012 Cumartesi
Boş Kalan Çerçeve
Bırakma ellerimi
Bırakma yalnız beni
Son defa seyredeyim
O yaşlı gözlerini
Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede
Yalnız hatıran kaldı
Boş kalan çerçevede
Aşkların en güzelini
Çılgınca sevenini
Yalnız sende bulmustum
Yalnız senin olmuştum
Son defa seyredeyım
O yaşlı gözlerini
Artık bülbül ötmüyor
Gül dolu pencerede
Yalnız hatıran kaldı
Boş kalan çercevede.
Beste: İsmet Nedim Saatçi
Güfte: Şendoğan Ardıç
Makam: Muhayyerkürdi
Usûl: Sofyan
Seslendiren: Belkıs Özener (Boş çerçeve filmi)
Geçen şubat ayında dikilen hediye lalelerim sadpotter |
1 Kasım 2012 Perşembe
Urla yeniden - Deniz ve Mehtap...
22 Ekim 2012 Pazartesi
Unutma Beni.. Unutama Beni...
Boğazında Düğümlenen Hıçkırık Olayım..
Unutma Beni.. Unutama Beni..
Gözünden Damlayamayan Gözyaşın Olayım..
Unutma Beni.. Unutama Beni..
Gölgen Gibi Adım Adım..
Her Solukta Benim Adım..
Ben Nasılki Unutmadım..
Sende Unutma Beni.. Unutama Beni..
Bitmek Bilmez Kapkaranlık Geceler Boyunca..
Unutma Beni.. Unutama Beni..
Ayrılığın Acısını Kalbimde Duyunca..
Unutma Beni.. Unutama Beni..
Sevişirken.. Öpüşürken..
Yapa Yalnız Dolaşırken..
Unutmaya Çalışırken..
Unutama Beni.. Unutama Beni..
Tarih ve ev - Urla sadpotter |
"Seni hep tertemiz hislerle sevdim, seviyorum...Hiç bir zaman başkaları ile kıyaslayıp, onların yerine koymadım. Seni sen olarak sevdim. Seni tanıdığım ilk günden beri içime düşen alev giderek büyürken; sadece seninle birlikte mutlu olabileceğimi; sadece seninle var olabileceğimi anladım. Hayalini yıllarca taş duvarlara düşürüp, seninle; yanımda olmayan varlığınla yaşarken, sana karşı olan sevgimi, sadakatimi haykırırken, bir zamanlar, deli gibi sevildiğimi sanan ben, her defasında, nedeni belirsiz bir şekilde dışlandım. Bu senin acımasız kurallarına göre belirli, bana göre belirsiz terkediş; senin suskunluğunla birleşti. Bu ne amansız bir derttir, bilen bilir...Aşk öyle bir şey ki; gurur tanımıyor ne yazık ki...Yaşanacak çok az zamanımızın kaldığını düşünürsek, bu anlamsız inadı bırakıp karanlığıma ışık olacağın inancı ile...."
21 Ekim 2012 Pazar
Aşk Çemberi
http://www.youtube.com/watch?v=arXwgzwxl40
Tanrım, Tanrım, Tanrım bana kuvvet ver
Bu aşka, bu sevgiye gücüm kalmadı
Öyle bir vefâsız yâre düştüm ki
Merhamet bilmiyor, sevmek bilmiyor
Haykırdım yıllarca ona aşkımı
Duymak istemiyor, beni görmüyor
Aşk çemberi sarmış dört bir yanımı
Duymayan kalmadı bu feryâdımı
Bu gidişle bu aşk beni öldürür
Kuluna bırakma, sen al canımı
Tanrım senden başka kimim var benim
Şikâyet etmeye kime gideyim
Kuluna kul oldum, severek taptım
Sen gör beni Tanrım bak ne hâldeyim
Aşk çemberi sarmış dört bir yanımı
Duymayan kalmadı bu feryâdımı
Bu gidişle bu aşk beni öldürür
Kuluna bırakma, sen al canımı
Kuluna bırakma, sen al canımı Tanrım...
Söz - Beste : Selâmi Şahin
Terkedilmiş köy-Urla sadpotter |
19 Ekim 2012 Cuma
Ağladım senin için -18 Ekim -...
Gözlerin boşluğa dalıp gider
Sahipsiz bakışların benim olsun isterim
Sırların acıdan ağlar örer
Kendi kayboluşların sende dursun isterim
Ağladım senin için ilk defa
Elimde parçalanmış bir hayat var aslında
Hapsoldum söylediğim yalanlara
Çıkışlar hep kapanmış ruhum dar sokaklarda
Sırların acıdan ağlar ören
Kendi kayboluşların sende dursun isterim
Ağladım senin için ilk defa
Elimde parçalanmış bir hayat var aslında
Hapsoldum söylediğim yalanlara
Çıkışlar hep kapanmış ruhum dar sokaklarda
Ben iki satır yazana kadar, saat gece 3.20 olmuş...
Ben... Terketmeyen keder.. sadpotter |
16 Ekim 2012 Salı
Dert bende derman sende
Dert bende derman sende
Aşk bende ferman sende
Öldüren güldüren
Her gün ağlatan kalp sende
Mevsimler gelip geçse de
Aşk beni benden etse de
Dünyada hayat bitse de
Yine ölümsüz aşk bende
İstemem ayrılık boynumu büksün
İstemem aşkıma leke sürülsün
Ben rüyamda bile yalnız seni sevdim
İstemem baharda yaprak dökülsün
Aşkın alevse hasretin bir kor
Senin yokluğunu kalbime sor
Dünyaya seninle gelmiş gibiyim
Sensiz yaşamayı düşünmek çok zor
Sev demem sevme demem
Sen de benim gibi sev diyemem
Ömrümün neşesini seninle buldum kaybedemem
Nerelerdeydin sevgilim
Seni kader mi sakladı
Yıllardır beklenen huzur
Şimdi beni kucakladı
İstemem ayrılık boynumu büksün
İstemem aşkıma leke sürülsün
Ben rüyamda bile yalnız seni sevdim
İstemem baharda yaprak dökülsün
Aşkın alevse hasretin bir kor
Senin yokluğunu kalbime sor
Dünyaya seninle gelmiş gibiyim
Sensiz yaşamayı düşünmek çok zor
Ömrümün neşesini seninle buldum kaybedemem
Nerelerdeydin sevgilim
Seni kader mi sakladı
Yıllardır beklenen huzur
Şimdi beni kucakladı
İstemem ayrılık boynumu büksün
İstemem aşkıma leke sürülsün
Ben rüyamda bile yalnız seni sevdim
İstemem baharda yaprak dökülsün
Aşkın alevse hasretin bir kor
Senin yokluğunu kalbime sor
Dünyaya seninle gelmiş gibiyim
Sensiz yaşamayı düşünmek çok zor
Öldüğümü söylemeyin
Hayat ne tatlıymışsın meğer
bilinmiyor yaşanırken
ölüm acı gerceksin tamam
bana neden bu kadar erken
doymadım sevdalara
doymadım yasamaya
doymadım askıma
doymadım off saçının teli kaldı
gözünün izi kaldı
mutluluk sözü kaldı içerimde
soylemeyin bilmesin askıma
dayanamaz böylesi acıya
uzakta deyin dönecek deyin öldüğümü söylemeyin
uzakta deyin dönecek deyin yuregini titretmeyin
dün gece seni gördüm rüyamda
kayboldun karanlıklarda
yangınla uyandın koynumda
seni ardımda bırakmak varya
doymadım sevdalara
doymadım yasamaya
doymadım aşkıma
doymadım of saçının teli kaldı
gözünün izi kaldı mutluluk sözü kaldı içerimde
söylemeyin bilmesin aşkıma dayanamaz
böylesi acıya
uzakta deyin dönecek deyin öldüğümü söylemeyin
uzakta deyin dönecek deyin yuregini titretmeyin
Mikael-Demet Tuncer
"ellerim yavaşça, anlıyordu artık,
sade, anlamsız bir yönelme beynimden,
hayalin...
Ve ben başbaşaydık...
Önce gözlerim göremedi gözlerini,
gözlerin yoktu
Ve kulaklarım duyamadı,
o ince sesini bana seslenen,
Tek kelimesini kaçırmak istemeyip,
Bir ayet gibi hıfz ettiğim kelimelerini...
Bana seslendin biliyorum, duymadım ki,
Başımın iki yanında tuttuğun,
Kulaklarım yoktu..."
15 Ekim 2012 Pazartesi
Kayıtsızlık çok acıtır.
o karanlık gecelerde
senin için ağladım ben durmadan
yalvarırım duy da sesimi gel artık
senin için çarpan kalbim durmadan
o yabancı sevgilerde
sen teselli bulamazsın ne yapsan
dünya yepyeni bir dünya olacak
tekrar bana döner benim olursan
çaresizim
bomboş bu kalbim
yalnızlık ne zormuş
onu ben bilirim
çaresizim
bomboş bu kalbim
yalnızlık ne zormuş
onu ben bilirim
çok yalnızım
Söz:Ülkü Aker
Orjinal şarkı: Ho capito che ti amo
Şarkıcı: Luigi Tenco ( aşkı için 1967 de 28 yaşında canına kıymış olan İtalyan şarkıcı. Sevgilisi Dalida da bir kaç ay sonra intihara teşebbüs etmiş, ama kurtulmuş, ancak 1987 yılında o da intihar ederek yaşama veda etmiştir.)
İtalyanca olan şarkı sözlerinin çevirisi şöyle:
"anladım ki seni seviyorum
gördüm ki bir gecikişin yetiyordu
içimdeki kayıtsızlığın kaybolmasına
bir daha gelmeyeceksin diye korkmama
anladım seni seviyorum
gördüm ki bir cümlen yetiyordu
bir geceyi diğeri gibi büyüleyerek aydınlatmağa
ve biraz önce kendimi birileriyle konuşurken
"hayır bir daha gelmeyecek" derken buldum
ve inanarak aşkın aldatan düşüne
ve işte sonra anladım
ki seni seviyorum
ve dönmek için çok geç
içimde biraz aradım o kayıtsızlığı
sonra bıraktım kendimi aşka koyuldum"
14 Ekim 2012 Pazar
Ben o zaman ölürüm
Olsa senin elinden bilki benim ölümüm
Ne şikayet ederim nede üzülürüm
Ne zamanki kollarında bir yabancı görürüm
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
Ne zamanki kollarında bir yabancı görürüm
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
O güzel ellerin başka bir el tutarsa
O güzel gözlerin başka göze bakarsa
Ne zamanki o kalbin başka aşkla atarsa
Ben o zaman ben o zaman ben o zaman ölürüm
Bir gün eğer kollarında bir yabancı olursa
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
Gam yemezdim sevgilim aşkın ile ölürsem
Yine seni severdim şu dünyaya gelirsem
Bir gün eğer gözlerinde başka hayal görürsem
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
Bir gün eğer gözlerinde başka hayal görürsem
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
O güzel ellerin başka bir el tutarsa
O güzel gözlerin başka göze bakarsa
Ne zamanki o kalbin başka aşkla atarsa
Ölürüm ölürüm ben o zaman ölürüm
Ne zamanki gözlerinde başka hayal görürüm
Ben o zaman sevgilim ben o zaman ben o zaman ölürüm
Urla'da bir sokak sadpotter |
13 Ekim 2012 Cumartesi
Unutmuş olsan hissederdim, Unutmuş olsan yanımda durmazdı her sabah hayalin
Severek ayrılanlar bilirler ayrılığı
Sen benim eş ruhumsun
Unutmuş olsan hissederdim
Unutmuş olsan yanımda durmazdı her sabah hayalin
Seni görmek için geri geldim
Sen gideli çok olmuş
Nereye gidersen git
Çantanda bir resmim aklında gülüşüm olsun
Ben seni gerçekten sevdim
Bitmez demiştim bitmedi ...
11 Ekim 2012 Perşembe
Sen beni unutmuş gibisin, ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Sen beni unutmuş gibisin
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Yaktığın ateşi söndüremedim
Sen hâlâ çılgınsın hâlâ belalı
Çekmeye razıyım kaprislerini
İstersen zincire vur ellerimi
Ne olur birtanem anla halimi
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Sen benden vaz geçmiş gibisin
Ben hâlâ tutkunum hâlâ yaralı
Yaktığın ateşi söndüremedim
Sen hâlâ çılgınsın hâlâ belalı
Bu sevda bir anda bitebilir mi
Gerçekler yalana dönebilir mi
Ne olur birtanem anla halimi
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Yaktığın ateşi söndüremedim
Sen hâlâ çılgınsın hâlâ belalı
Çekmeye razıyım kaprislerini
İstersen zincire vur ellerimi
Ne olur birtanem anla halimi
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Sen benden vaz geçmiş gibisin
Ben hâlâ tutkunum hâlâ yaralı
Yaktığın ateşi söndüremedim
Sen hâlâ çılgınsın hâlâ belalı
Bu sevda bir anda bitebilir mi
Gerçekler yalana dönebilir mi
Ne olur birtanem anla halimi
Ben hâlâ deliyim hâlâ sevdalı
Kapı - Urla Senin ardında bir ömür kalabilirdim, kapı....Yıllardan 2008 i ve aylardan ekimi hiç bırakmasaydın dışarı, -sadpotter- |
7 Ekim 2012 Pazar
4 Ekim 2012 Perşembe
Kaybettim seni sevgili
Hayat rüya gibi
Aşk bir kumar gibi
Kaybettim seni sevgili
Yağmur gibi yaşlar
Akar gözlerimden
Kahrettin beni sevgili
Aşk dolu geceler kadar yalnızım
Sensizim, sensiz...
Seni başıma tac, gözlerime yaş ettim
Şu hasta kalbime aşkını ilac ettim
Ben kendi kendimi sen mesut ol diye
Kaderimle avutup nasıl da harap ettim
Aşk bu mudur ey sevgili ?
Bir aşk vardır bir gönülde
Kabahat seni seven
Şu benim deli deli gönlümde
Sen başka dünyada, ben sanki rüyada
Bilemedim ey sevgili
Ben mi çaresizim, sen mi vefasızsın
Bulamadım ey sevgili
Aşk dolu geceler kadar yalnızım
Sensizim, sensiz...
Her nereye baksam acı hatıran var
Mazi hançer gibi derinden yaralar
Ölmeyen aşkımı öldüren sen oldun
Korkarım ki eyvah bize de ayrılık var
Aşk bu mudur ey sevgili ?
Bir aşk vardır bir gönülde
Kabahat seni seven
Şu benim deli deli gönlümde
Söz/Müzik:Orhan Gencebay
Fotoğraf - video :sadpotter
Yalnızlık Yavuz Peker |
1 Ekim 2012 Pazartesi
Berkant Samanyolu
Sen kalbimin mehtabısın güneşisin
Sen ruhumun vazgeçilmez bir eşisin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Ruhum senin kalbim senin ömrüm senin
Yıllar geçse ölmeyecek bende sevgin
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Uzaklara kaçıversek seninle biz
Birgün elbet göze gelir bu sevgimiz
Bir şarkısın sen ömür boyu sürecek
Dudaklarımdan yıllarca düşmeyecek
Mavi |
Gönlümüze taht kuran değerlerimizi birer birer kaybediyoruz maalesef...
Anlamını ve modasını asla kaybetmeyecek ölmez şarkı... İnsanlar sevmeyi, sevilmeyi unutursa bir gün eğer; Berkant ve şarkısı da unutulur....
30 Eylül 2012 Pazar
Kör bir kuyuda ölümü bekleyen sessiz bir çığlık gibi seni sevmek
26 Eylül 2012 Çarşamba
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin, Evvelim sen oldun ahirim sensin
Cahildim dünyanın rengine kandım
Hayale aldandım boşuna yandım
Seni ilelebet benimsin sandım
Ölürüm sevdiğim zehirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Sözüm yok şu benden kırıldığına
Gidip başka dala sarıldığına
Gönlüm inanmıyor ayrıldığına
Gözyaşım sen oldun kahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Garibim can yıkıp gönül kırmadım
Senden ayrı ben bir mekan kurmadım
Daha bir gönüle ikrar vermedim
Batınım sen oldun zahirim sensin
Evvelim sen oldun ahirim sensin
Eski ev - Urla Yavuz peke |
Ne kadar duygulu yapmışsın bu türküyü de...Bizleri alıp götürüyorsun yine yüreğimizin, sevdamızın derinliklerine. O sevgiliye dökülür müydü dilimizden bu sözler; gider miydi acaba onun kulaklarına bu sesler, yoksa her zaman olduğu gibi boğazımızda düğümlenir, içimizde mi kalakalırdı acaba?...
Bu ne kadar ağırbaşlı, ne kadar özlenmiş, o kadar sessiz bir avazdır be usta!...
Sanki senin organlarından biri haline gelmiş sazının tellerine, bu kadar içli vurup ne onu ne bizleri kahretmeseydin !...Böyle dizeler dizilmeseydi sazının yanıbaşına...Bizlere ne kastin vardı?...Şimdi bir de terkedip gidiyorsun...
Ağzın, tezenen, yüreğin gelecek kuşaklara her zaman örnek olacak, kılavuz olacaktır....Bu toprakların insanları, sazını ve sesini asla unutmayacaktır!...
20 Eylül 2012 Perşembe
Unutturamaz seni hiç bir şey
19 Eylül 2012 Çarşamba
Unutmadım seni ben
Unutmadım seni ben her zaman kalbimdesin
Aylar yıllar gecti soyle sen nerdesin
Anlaşıldı sen geri dönülmeyen yerdesin
Anlaşıldı sen geri gelmeyeceksin
Unutmadım seni ben her zaman bendesin
Beste: Şekip Ayhan Özışık
Güfte: Müzehher Güyer
Makam: Karcığar
Usûl: Düyek
Seslendiren: Zeki Müren
Çiğli - İzmir Yavuz Peker |
18 Eylül 2012 Salı
Her Akşam Vodka Rakı ve Şarap
sarhoşum ah, düşünmekten
öldüm ben ah, hep sevmekten.
her akşam vodka rakı ve şarap
içtikçe delirir insan olur harab
kurtar beni bundan ne olursun yarab
bitsin artık bu korkunç serap
bittim ben, düşünmekten
yoruldum ah, hep sevmekten...
sarhojum ah sarhojum,
ölmüjüm ben, tut kolumdan,
yok yok git yanımdan,
sevdiğime ihihi gidiyorum ben,
hoyk lan gülüyorum yine, ahaaha biliyorum ihih biliyorum beni kovajak,
kovajak beni, seviyorum ya ne yapayım, seviyorum, olsun olsun sadfklcvmöds
ilişme bana ahhh"
15 Eylül 2012 Cumartesi
Dokunuş
Zamanı ancak sen durdurur, sen geri alırsın...
Bir dokunuş yeter, sadece bir dokunuş...
Kayboldu saymam geçen yılları, çekildi saymam acıları,
Sadece bir dokunuş yeter, ufak bir dokunuş...
yavuz Peker
Şimdi mutlu oldun mu?
Ne ağzımın tadı var ne canda huzur
Gönül nasıl derin bir kederde
Aşkından ümidi kestim hiç olmazsa
Evim şenlensin sohbete gel de
Sen hiç farketmeden kalp kırmadın mı
Merak edip vicdanına sormadın mı
Ne yaptım ben sana bu kadar nihayet
Ben de bir anadan doğmadım mı
Bir daha olmaz
Bin kere tövbe
Kan davası mı bu
Bu nasıl öfke
Perişanım şimdi mutlu oldun mu
Başını yastığa rahat koydun mu
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)