Sayfalar

22 Temmuz 2010 Perşembe

Hafif bir 12 Eylül damgalanma anısı...


25 yıl öğretmenlik yaptım ve istemeyerek görevimden ayrılıp emekli oldum. Bazı arkadaş ve öğrencilerim, eşim dostum hep merak eder, neden daha üst görevlere atanmadım, en azından bir okula muavin olamadım ve sade bir felsefe öğretmeni olarak kaldım diye...
Yıl sanırım 1981 ya da 1982 idi. Net hatırlamak istemiyorum da ayrıca. Ama 12 eylül darbesinden az sonraki bir zamanda oldu anlatacaklarım.
İlk görev yerim bir ilçedeydi. Başarılı bir öğretmen olduğumu söylerlerdi. Felsefe dersleri, insanın beynini gıcıklardı, öğretmenliği hoş bir görevdi, düşünmenin önemi vurgulanırdı en azından. Severek yapıyordum işimi.
Bir gün okula gelen bir yazı beni heyecanlandırdı. Halk Eğitim İl Merkez müdürlüğü boşalmış ve öğretmen arıyorlardı...
Fotoğrafçılıktan-karanlık oda da dahil- anlardım(Resim hocam sayın Osman Çalımlı'ya şükranlarımı sunarım. Bizlere fotoğrafçılığı o öğretmişti).Resmim kuvvetliydi,İstanbul Güzel Sanatlar Akademisini kazanmış gitmemiştim. İlla ki sosyoloji okuyacaktım. Uzun yıllar müzikle uğraşmıştım. Çeşitli yerel orkestralarda gitar çalardım. Evde de sazım duvarda pek durmaz, dertlerime, neşelerime ortaklık ederdi. Seramik ve çömlekçiliği halen yaparım. O zaman da anlardım. Yabancı dilim iyiydi, İngilizceyi konuşurdum.Hatta çat pat Almanca da bilirdim. ve daha başka meraklar, aletler...Üstelik halkla ilişkilerin üst düzeyde olması geren bu kurumda görev yapabilmek için uygun bölümde de okumuştum=Sosyoloji...Psikoloji pedagoji ve felsefe sertifikalarım da vardı...Kimbilir bu görevde ne kadar başarılı bir öğretmen olacak, ne yararlı işler yapacaktım...Üstelik müdür olacaktım ve maaşım da artacaktı...Bu heyecanlı durum içinde dilekçemi verdim ve tayinimi bekliyorum. Fakat unuttuğum bir nokta vardı. 12 eylülün istemediği bir düşünsel yapıdaydım. Memlekette doğru düşünebilen sağ duyulu insanlar, yöneticiler olduğuna inandığımdan, girdiğim negatif modu hemen pozitife çevirebiliyordum. Benimle uğraşacak bir seviyeye kadar inmeyeceklerini düşünüyordum. yoksa en azından memlekette hapse girmemiş adam kalmazdı...
Bu heyecanlı bekleyiş fazla uzun sürmedi. Bir sabah beni okul müdürü çağırdı ve "gözün aydın, tayinin çıktı, müdür oluyorsun" diyerek kağıdı bana uzattı. Gerçekten de başarılı olacağım ve en azından, felsefe derslerinde elde ettiğim mutluluk kadar zevk alacağımı düşündüğüm yeni görevime başlayabilmek için artık saatler kalmıştı...Kağıt Ankara'dan geliyordu. Demek ki ünümüz henüz Ankara'ya ulaşmamış olmalıydı. O gece haliyle uyuyamadım ve kağıdı yanıma alıp sabah otobüse atladım, vilayete doğru yola koyuldum. Bu ili severdim. Orta ve lise öğrenimimi burada yapmıştım. Çok sayıda arkadaşım, eşim dostum vardı. Sokakya yürürken selamlaşmadan geçemediğimiz kadar fazla idi tanıdıklarım...Sallana sallana gittim Bölge Müdürlüğüne...Halk Eğitim Bölge Müdürü de tanıdıktı. Her ne kadar karşıt görüşlerde olsak da, devlet memurluğunun verdiği tarafsızlığı da üzerinde taşıyor olmalıydı(ne çektiysek iyi niyetimizden)...İçimde tarifi zor bir sevinç vardı...
Kapıyı çaldım ve içeriden o bildik ses geldi "gell"...
İsmini veremeyeceğim, bu yazıdaki ismi "Hasan Abi" olsun :-) . İçeri girer girmez Hasan abi ayağa kalkarak bana oturacak yer gösterdi, hal hatır sordu...Müsdahdemi çağırıp çay söyledi, hatta sigara bile tuttu..Hasan Abi hakkında söylenenlerin, önyargı olduğunu düşünmeye başladım. Bir süre oturduktan sonra kısa bir sessizlik oldu. Hasan Abi "Hocam bir isteğin var mı?" diye sorduğında elimdeki kağıdı kendisine gösterip uzattım. Eline aldığı kağıdı ciddi ciddi inceledi sanki...ya da öyle bir imaj vermek istiyordu..."Hayırlı olsun hocam" dedi...Teşekkür ettim kendisine. Ama sana kötü bir haberim var" dedi..."Bulunduğun ilçeden birileri seni şikayet etmiş olmalı ki; Oradaki askeri birlikten bir yazı geldi" dedi. "İstersen bak, burada sümenin altında" dedi. Ve sümeni açarak içindeki kağıdı bana uzattı..."kağıtta kırmızı kalın yazıyla damgalanmış kocaman "gizli" ibareleri vardı.Gizli yazıları arasında, "Kendisi sol görüşlü olup, sakıncalı personeldir ve yöneticilik görevi için uygun görülmemiştir" yazısını hayretle okuyordum. Hasan Abeyin yüzü bir tuhaf hal aldı. Neden böyle olmuş der gibiydi..."Ya, yaa"...dedi..."Görüyor musun, bak!?".Üzgün görünüyordu...Bu kırmızı renkli "gizli" yazan yazı her gittiğim yere benimle gelecek ve kaderimle oynayacaktı...Sağolsunlar. İyi ki bu yazıyı sırtıma yapıştırmışlar...Çok güzeldi rütbesiz bir er gibi kahraman olmak...Keşke o yazıyı şimdi bulsam da gösterip ispat etsem olanları...Ama nerde..
Kıbrıs savaşında ben ve ben gibilere güvenip onarize eden, subay yapıp cepheye yollayan devlet; şimdi ben ve benim gibi olanlara karşı savaş açmıştı...Herkesin birbirinden şüphelendiği bu ortamda kimse hakkında yorum yapılamıyordu. Kimdi şikayret eden beni? ayrıca neden?.Bu vatanın daha olumlu şartlarda varlığını sürdürmesi, halkın ezilmişliğinin önüne geçilmesi, emperyalist güçlerin ülkemiz üzerindeki bitmek tükenmek bilmeyen oyunlarına son vermenin zamanının artık geldiğini söylemek suç muydu...Evet...12 eylül döneminde bu söylemler anarşistlik demekti. Düşünmek bile suçtu...Düşünce suçundan, bir çok insan içerde yatıyordu, bir çoğu da akıl almaz işkenceler altında inliyordu...Bu gün bunları söyliyebiliyor olmamız, ülkemizin demokrasi yolunda epeyce mesafe aldığındandır. Kollarım aşağıya düştü...Hasan Abi "üzgünüm" deyip elimi sıktı, ben ayağa kalkınca...Hoşçakalın deyip dışarı çıktım şaşkın ve asık bir suratla. Sonradan öğrendiğime göre başka bir öğretmen arkadaşımın fişlenmesinde kendisi bizzat görev almıştı :-)...Düzgün çalışmış olan tüm yönetici ve memurlar her kimse, tenzih ederim elbette...Onlar her devirde vardırlar ve ülkemiz, devamlılığını bu insanlara borçludur.
Hayal kırıklığı içinde ilçeme döndüm...Ve öğretmenler odasında, herkesin duyabileceği şekilde beni şikayet edene küfür ettim...Doğru muydu bilmiyorum yaptığım, ama kendimi tutamadım ve ağzımdan, istemediğim kelimeler dökülüverdi sinirle...Kimseden ses çıkmadı. şikayet eden orada da olsa, ses çıkarır mıydı?.İspiyoncular asla en ufak bir kıpırtı yapmazlardı...Hasan Abi baş ispiyonculardan olmakla beraber, bir dolu irili ufaklı ispiyoncular da iş başındaydı. Benzer olaylara sık sık rastlanıyordu...Artık en rahat edebildiğim yer sınıfım olmuştu, sınıftan dışarı çıktığımda ise ne olduğuna anlam verilemeyen çekememezlikler, oğlumuz yaşındaki okumuş cahil muavinlerin, müdürlerin mantıksızca emir ve istekleri, müfettişler, soruşturmalar hemen başlardı. Bana gelen içinde ihtar, tehdit ve ceza bulunan sarı zarfları müdürlerin gözü önünde yırtar çöp tenekesine atardım. Müsdahtem yapmazlardıbeni sanırım. Ve böyle tam 25 sene geçti. Kendi okullarımda açılan boş muavinliklere bile, benden daha az okumuş, daha küçük kıdemde,yaşça da küçük muavinler atandı, muavinlik yapacak öğretmen bulunamadığı zamanlarda bile hiç teklif bile almadım. Ama ne mutluydu bana...Herbiri onur madalyası olan yüzlerce ışık yurdumun her yanına dağılacak ve geleceğimiz bu ışıkların ellerinde şekillenecekti!.Görev sürem sona erdiğinde ise, Milli Eğitim bana bir şilt vermeye kalktı :-) . Tuhaftı...Özür diliyor olabilirler miydi?.Siz olsanız alır mıydınız??? 12 eylül ve yok edilen,yok edilmeye çalışılan insanlar...Sönen yuvalar, işkenceler altında yok olan bir aydın nesil...Ucuz kurtulduğum için dua etmeliyim :-). Öğrencilerimden yana ki-Onlar benim gerçek şiltlerim, ülkemin aydın yüzüdürler-ve
arkadaşlarımdan yana ne kadar da şanslı bir adam olduğuma, bu memlekette vicdan sahibi insanların halen bulunduğuna ve nefes aldığıma şükür etmeliyim...

Hiç yorum yok: